15 Eylül 2007 Cumartesi

Evet ben Selanikliyim!! - ILGAZ ZORLU

"Sabetaycılık yahudi dininin bir parçasıdır!"Son haftalarda kitap satış listelerinde sessiz sedasız üst sıralara tırmanan "Evet ben Selanikliyim" başlıklı kitap Türkiye Sabetayçılığına dair içeriden yazılan ilk kitap özelliğine sahip.
Ilgaz Zorlu'nun yaptığı ifşaat sabataycılık mevzuunda yeni bir inkılâp niteliğindedir.
Osmanlı'dan bugüne kadar sürekli tartışılmış, haklarında çeşitli iddialar ileri sürülmüş bir dinî azınlık ve o mistik yolun ilginç ritüelleri ilk dönemlerinde olduğu gibi bugün de merak uyandırıyor. İşin özü; hikâyeyi ilginç kılan ve sürekli çeşitli spekülasyonların ortaya çıkmasına neden olan aslında onların takındıkları "özel" tavır. Tarih boyunca ne tam yahudi, ne de dışarıya yansıttıkları gibi gerçek bir müslüman oldular. Kendi aralarında devam ettirdikleri gizli ve esrarengiz ritüellerle mistik, Kabalacı ve mesihçi bir Yahudi tarikati olarak devam ediyorlardı. Vakıa onlar vardı ve bir saklı boyutta bu varoluş tüm eylemleriyle gerçekleşiyordu. Buna rağmen rağmen var olup olmadıkları konusunda tartışmalar bugüne kadar sürdü. Selanikliler yahut Dönmeler ya da orijinal tabiriyle Sabetaycılar bugün hâlâ hayatiyetlerini devam ettiriyorlar mı? Bu soruya bugüne kadar Yahudi cemaati ve Hahambaşılık net bir cevap vermedi; vermek de istemedi. Konuyla ilgili olarak görüşlerine müracaat ettiğimiz Musevî kesimin önde gelenleri bu cemaati "yadsımayı" ve "yok" farzetmeyi tercih ediyorlar. Üstelik onların artık hiçbir önemlerinin kalmadığını, daha ötesi böyle bir cemaat yapısının hayatiyetini çoktan kaybettiğini ısrarla vurgulama ihtiyacı hissediyorlar. Peki, 1666 yılından beri süren bu reddediş, kabul etmeyiş daha ne zamana kadar devam edecek? Ve devam edemedi de. Sonunda Sabetaycı kesimin içinden çıkan Ilgaz Zorlu yazdığı kitapla tüm bu perdeleri paramparça etti. Bu meydan okuyuş mesajını kitabın başlığına taşıyor: Evet, Ben Selanikliyim. Türkiye Sabetaycılığı...Kitap çıkar çıkmaz dilden dile dolaşmaya başladı. Kimdi bu yazar ve Türkiye'nin belki de en 'tabu' konusunda nasıl böyle bir kitap yazmaya cesaret edebiliyordu. Üç buçuk asırdır bozulmamış gizlilik prensibini niçin aşma ihtiyacını hissediyordu? İçerden konuşan ve yazan Ilgaz Zorlu'nun yazdıkları ve söyledikleri, M. Ertuğrul Düzdağ ve M. Şevket Eygi'nin senelerdir yazılarıyla anlattıkları iddiaları tümüyle doğrular nitelikte. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, Sabetaycılar geçmişte olduğu gibi bugün de "şuurlu" bir biçimde varlıklarını sürdürüyor. Aslında salt Sabetaycı cemaatin varlığı yahudilere karşı olduğu gibi müslümanlar için herhangi bir rahatsızlık kaynağı değil. Olayı rahatsız edici kılan; bir iki yüzlülük, bir içi-dışı başka oluş ve İslâmî tanımlamasıyla "münafıkça " tavır almak. Ilgaz Zorlu da içinde bulunduğu bu sahte dünyayı sorguluyor. Sabetaycılar ya da 'gizli yahudiler' tarih boyunca Yahudilerin içimizdeki ajanları olarak görüldü. Son yüzyılda ise Batılılaşma adına yapılan her türlü icraatın başında hemen hemen tamamen onlar vardı. Mason teşkilâtlarında hatırı sayılır ağırlığa sahiptiler. Zahiren müslüman isimli ancak iç dünyalarında değişik dinî duyguların takipçileriydiler. Sabetaycılıkla ilgili ilk ciddi tartışma 1924 ve 1925 yıllarında hem de basın önünde cereyan etti. Karakaşzâde Mehmed Rüşdü adlı Selanikli bir dönmenin ifşaatlarıyla başlayan ilk tartışma yaklaşık bir sene sonra yine Karakaşzade'nin bütün sözlerini geri alan müthiş "dönüşüyle" son buluyordu. Aradan geçen yetmiş küsur yılın ardından bugün Ilgaz Zorlu kitabıyla hiç de Karakaşzade ile kıyaslanmayacak bir samimiyetle önemli açıklamalarda bulunuyor. Öyle görünüyor ki, Sabetaycıların 332 yıl süren esrar perdesi onun kitabıyla büyük ölçüde aydınlanacak ve bu konuda yapılacak "ciddi" tartışmalar gerçekten değerli araştırmalara zemin hazırlayacak. Şemsi Efendi'nin 6. batından torunu olan yazar Zorlu, 1969 İstanbul doğumlu. Zorlu, "Yaşanan iki yüzlülüğe artık bir son verilmesi gerektiğini" ve cemaatinin artık "dışa açılması" gerektiğini belirtiyor. Meleklerin âhirzamanda yeniden döneceğine inanılan Sabetay Sevi'ye Mesih'lik tacını taktıkları bir gravürün kapağa alındığı kitapta, "Sabetaycılık ve Yahudilik", "Sabetaycılık ve Osmanlı mistisizmi", "Sabetaycılık ve masonluk ve Kabbala'nın mistik aleminde" gibi oldukça ilginç makaleler yer alıyor. Yazarının kimliği göz önüne alındığında, konuya merak duyanların mutlaka edinmeleri gereken bir kitap Türkiye Sabetaycılığı...Bu arada konuyla ilgili son ilginç gelişme haftalık haber dergisi Aksiyon'un 181. sayısında yaşandı. 500. Yıl Vakfı yöneticilerinden Harry Ojalvo dergiye verdiği mülâkatta, 350 yıllık alışılagelmiş suskunluğu bozarak Türkiye'de birbuçuk milyona yakın Sabetaycı bulunduğunu belirtiyordu: "Yahudi kökenli olarak Sebati (Sabetay Sevi) devrinden gelme nitekim hepimizin tanıdığı bugün Dışişleri Bakanımız olan İsmail Cem İpekçi var. O Sebati'dir. Coşkun Kırca var. Epey insan var. Canım yani bir çoğuna 'sen oradan gelmesin' dediğin zaman kendisi bilmiyor bile. Ama bu öyle bir şey ki gizlenemez. Bu ortada." (Aksiyon, 23-29 Mayıs 1998, sayı: 181, s. 13)Ilgaz Zorlu ile kitabı ve kendisi hakkında görüştük. Anlaşılan o ki bu kitap çok ses getirecek. Sabetaycılar bugüne kadar gizlilik prensibini hiç bozmamıştı ama siz yazdığınız kitapla bunu açıkça ihlal ettiniz. Amacınız nedir?Amacım bir ayrımcılık değil, farklılığın tadını bulmak. Sabetaycıları bugün nasıl ayıracaksınız. Türkiye'den ayrılamaz ki. Benim ana lisanım Türkçe. Ben hiçbir lisanı Türkçe kadar iyi kullanamıyorum ve bilmiyorum. İbranice'yi de çok iyi bildiğim söylenemez. Ama bir şey söylüyorum: ister kabul etsinler ister etmesinler Türkiye'de bir Sabetaycı topluluk var. Bu insanlar ister biz yokuz desinler, isterse inkâr etsinler ama var. Çünkü en azından ben varım ve söylüyorum. Kimler var kimler yok derseniz ona girmem; ama ısrarla da var olduğunu iddia ediyorum. Dışardan bakıldığında sizden başka kimse yok gibi.Çünkü bir tek ben açıklıyorum. Ama bunu çok güzel şöyle görürsünüz. Abdi İpekçi'nin anılarında bu yer aldı. "Bana dönme çocuğu derlerdi, ben onun için İpekçi soyadını kullanmamayı düşündüm" diyor meselâ. Türkiye'de eğer rahat konuşulabilecek bir ortam sağlanırsa, insanlar kendilerini özgür biçimde ifade edebilirse, bir zaman sonra bu işler çıkar ortaya. İslâmcı basında 70'li 80'li yıllarda gördüğümüz şey hep şuydu; bir dönme laik-solcu-sosyalist vesaire olabilirdi ancak, o hep dönmelikle suçlanırdı. İşte bu bir suç değil. Adam köken olarak belki öyle ama o da ne olduğunu bilmiyor ki. Sabetaycı kökenli pek çok insan bugün Sabetaycılığın ne olduğunu bilmiyor. Okunup öğrenilsin diye bu konuyu araştırıyorum ve konuşuyorum. Nitekim pek çok insanla tanıştım. "Ilgaz bey bizim ailemizde de böyle bir şey var. Gerçi biz dualara bakmıyoruz, dinle de pek bir ilgimiz yok ama biz isteriz ki sizinle bir görüşelim" diyorlar. Evlerine gidip eski kitapları varsa onları inceliyorum. Bu ilişkilerle çok dokümana ulaştım. Meselâ bugün bir ailenin elinde Sabetay Sevi'nin anıları var. Ben bunu buldum. Buldum ama bu anılar eğer doğruysa çok büyük bir olay olacak. İsrail'deki Sabetaycılıkla ilgili bütün yazılanları çürütecek. Çünkü genel inanç Sabetay Sevi'nin bir cahil olduğu, hayatı boyunca da hiçbir şey yazmadığı idi. Sabetay Sevi'yi nasıl görüyorsunuz?Sabetay Sevi'yle ilgili araştırma yapıyorum. Sabetay Sevi'nin mesih olduğuna ve bir mesih olarak yeniden geri döneceğine inanan bir grup, her ne kadar olmadığı ileri sürülse de, bugün Türkiye'de var. Ben bu gruplardan birine dahilim. Yekpare bir grup yok. Üç grup var. Bu üç grubun içinde de alt gruplar var. Ben bu gruplardan Kapancılar'a dahilim. Kapancılar, Karakaşlar ve Yakubiler'in birleşmesi gerektiği düşüncesindeyim. Kültürel bağlılıkları olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de Sabetaycıların varlığından ziyade gizli bir yapılanma içinde oluşları rahatsız edici bulunuyor.Sabetaycıların müslüman kisvesi altında görünüp, müslüman kimliğine sahip olup böyle bir ikinci farklılığa sahip olmalarına karşıyım. Bunu açık söylüyorum. Sabetaycılık bir din değildir. Nasıl Müslümanlıkta Alevîlik bir farklı düşünceyse, Sabetaycılar da Yahudilikte aynı konumdadır. Alevîler müslüman değildir deyip bir kenara atılabilir mi, Sabetaycılık da aynı şekilde. Sabetaycıların içinden birisi Müslümanlık aleyhinde bir yazı yazdığı zaman bu bana çok ters geliyor. Türkiye kamuoyuna sunulan bilgi Selanikli dönmelerin artık Yahudiliği bıraktığı ve asimile olarak müslümanlaştığı idi. Siz müslüman olmadığınızı Sabetaycı bir kitlenin hâlâ mevcudiyetini koruduğunu söylüyor ve bunu kitaplaştırıyorsunuz.Ben Sabetaycılığın Türkiye'de araştırılmasını sağlayacağım. Ve Sabetaycılık Türkiye'de literatüre girecek. Dönmeler konusu olarak söz edilen bu konuyu kimse araştırmıyor bilmiyordu. İstanbul Ansiklopedisi'nde "Selanikliler" maddesini yazdık. "Varlık Vergisi Olayı"nda Dönmeler de ayrıma uğradılar. Bizi o zaman "D" grubu adıyla ayırdılar. Müslümanlardan farzedelim 12 binbeşyüz lira, Yahudilerden 50 bin lira vergi alındıysa, Dönmelerden de 25 bin lira vergi alındı. Bu vergiyi ödeyen Sabetaycılardan hâlâ hayatta olanlar var. Bunun belgelerini ortaya çıkarabiliriz. Bugün bir ayrım olduğunu düşünüyor musunuz?Geçmişte olmuştur. Şimdi olduğunu iddia ediyor değilim. Sadece şunu söylüyorum: Sabetaycılar Türkiye'nin bir parçası olduğu kadar Yahudi kültürünün, İsrail devletinin değil fakat İsrail düşüncesinin de bir parçasıdır. İsrail devleti Sabetaycıları Yahudi kabul etmiyor. Gidin Ankara'daki büyükelçiye sorun, "Sabetaycılar Yahudi değildir" diyecektir. Bana kimse İsrail'in Sabetaycıları Yahudi kabul ettiğini söyleyemez, o lâfı ona yediririm. Niçin?Çünkü ben İsrail'de bu konunun en uzmanı olan ve bir başka dinden Yahudilik dinine geçiş konusunda karar veren din değiştirme Hahambaşısı ile görüştüm. Adam dedi ki, "Biz sizi kabul etmiyoruz". Niye? Çünkü İsrail'in temel politikası şu: "Ülke dışındaki, diasporadaki bir Yahudi cemaatinin Yahudiliğiyle uğraşmamak." Bu çok önemli bir şey. Onu hiç ilgilendirmiyor. Eğer bir problemin varsa gelirsin buraya, burada Yahudi olup olmadığın tartışılır diyor. Bu konuda resmî bir karar alındı ve bu Türkçe'ye de çevrildi. Siz de İsrail'i Yahudiliğin devleti olarak görmüyorsunuz.Evet ben kişisel olarak görmüyorum. İsrail bir Yahudi devleti değildir, Yahudi ülkesidir. İsrail'deki bazı dinî gruplar da aynı görüştedir. Bu Sabetaycıların da genel kanaati mi?İşin gerçeği Sabetaycılar İsrail'le fazla ilgilenmiyorlar. Çünkü Sabetaycıların çok büyük bir bölümü ekonomik olarak çok iyi durumdalar. Türkiye'deki yabancı okullarda eğitim alıyorlar, hayat standartları oldukça yüksek ve onlar için İsrail'in çekici bir tarafı yok. Ama bunun yanında İsrail'deki dinî ortama girmek isteyen Sabetaycılar da var ve onlar da gidiyor zaten. Nasıl gidiyor turist olarak gidiyor. Bir Yahudi İsrail'e gidip vatandaşlık alabilir, ama bir Sabetaycı vatandaş olarak kabul edilmez. Siz olmak istiyor musunuz?Ben kişi olarak Yahudiliğe geri dönmek için 1992 yılında böyle bir başvuruda bulundum ve bütün kapılar yüzüme kapandı. Bana dediler ki "Yahudi olmak istiyorsan iki sene kursa gitmen ve bir sınavdan geçmen gerekir." Ama ben Yahudiliğin dışında değilim ki bu işlemi bana niye uyguluyorsun? Ben bu noktada Sabetaycılar için bir karar çıkması gerektiğini iddia ediyorum. Denmeli ki: Sabetaycılar da Karay'lar gibi Yahudiliğin bir mezhebidir. Sabetaycıların içinde bazı kimseler Yahudi olduklarına inanıyor. İşte bu insanlar kolaylıkla Yahudi olabilmeliler. Bu arada bazı insanlar da, "Biz Dönmeyiz ama Yahudi değiliz hatta Sabetaycı da değiliz" diyor. Ben onlara bir şey demiyorum. O da ayrı bir konu. Sonuç olarak Türkiye'deki Yahudi cemaati de Sabetaycıları kabul etmiyor yani.Hahambaşı'ya sorun Sabetaycılar "teknik olarak Yahudi değildir" diyecektir. Bunu eleştiriyorum. 'Teknik olarak Yahudi olmak' nasıl bir şeymiş acaba? Hahambaşılık gibi bir makamda oturan kişinin bu denli politik bir dinî karar vermesi çok yanlıştır. Fakat zaten bugünkü Türkiye Hahambaşılığı dinî kararlar açısından Sabetaycıları bağlamamaktadır. Ben kurum olarak hahambaşılık makamına da karşıyım. Özel bir kanunla kamu görevlilerinin seçilmelerinden farklı olarak hem ömür boyu işbaşına gelmektedirler hem de seçim ikinci bir kez yenilenmemektedir. Her kamu görevlisi 65 yaşında emekli olmak zorunda iken bu makamdaki kişinin ömür boyu seçilmesi hususu sizce demokratik bir yöntem olarak kabul edilebilir mi? Bu makam Sabetaycıları tamamen yokmuş gibi ele almaktadır. Tabiî bu da onun ne kadar politik bir makam olduğunu belirler. Türkiye'de önemli bir Sabetaycı grup var diyebiliriz o zaman.Evet Ve kendilerinin Sabetaycı olduğunu kabul ediyorlar.Hayır kabul etmiyorlar. O halde böyle bir grup yok!Olur mu Halil Bezmen meselâ Amerika'ya gitti ve dönmeliğini ilan etti. O zaman müslüman kamuoyundaki genel kanaat doğrulanmış oluyor.Doğru tabiî. Ama gerçek böyle. Siz diyorsunuz ki, artık yeter, bu gizliliğe ve ikili tavra bir son verilsin.Ben açık olarak söylüyorum ki Sabetaycılık Müslümanlık dininin bir mezhebi değildir. Sabetaycılık Yahudi dininin bir parçasıdır. Ve Yahudilik Sabetaycıları kabul etmek zorundadır. Ama hahamlar diyor ki, 'Siz 350 sene önce defoldunuz gittiniz, artık bizimle hiçbir ilginiz yok!' Günü kurtarmaya çalışıyorlar. Karakaşzade Mehmed Rüşdü 1924 yılında ilk ifşaatları çok ilgi çekti. Ancak bir sene sonra bir şekilde ikna edilmiş ya da korkutulmuş olacak ki söylediği herşeyi geri aldı ve inkâr etti.Ona bakarsanız ben de aynı şeyi yapıyorum. O bazı iddiaları gündeme getirmişti. "Kuzu bayramı-mum söndü" merasimleri, cemaat içinde evlilik ve benzeriyle ilgili. Herkes bana bunu soruyor. Ben bu konuda özel bir çalışma yaptım. Kuzu bayramı konusu kitabımda yer alıyor. Benim kendisiyle görüştüğüm 1900'lü yılların başında doğan bir hanım bana Kuzu Bayramı'nda 'Mum Söndü' merasimi yapılmadığını söyledi. Fakat Abdurrahman Küçük 'ün kitabında ve Karakaşzade Rüşdü'nün açıklamalarında böyle iddialar var. Karakaşzadenin sözleri gazetelerde yayınlanırken bir yaşlı dönme 'Efendim bu bizim zamanımızda yapılıyordu, şöyle oluyordu böyle oluyordu' diye anlatmış. Karakaşzade Rüşdü'ye baktığımızda önce herşeyi açıklıyor. Ardından demek korkutuluyor ki, bir sene geçmeden bütün sözlerini geri alıyor ve bunlar gerçekdışı sözlerdi diyor. Siz de aynı karanlık noktada bir tehditle karşılaşmayacak mısınız?Ben 1992 yılından beri bu konudaki fikirlerimi açıkça söylüyorum. Beni herkes eleştirebilir. Ancak herhangi bir yerden destek aldığımı söyleyemezler. Çünkü ben hiçbir yerden destek almıyorum. Hiçbir Sabetaycıdan veya hiçbir Musevîden maddî ya da manevî hiçbir destek almıyorum. Karakaşzade Rüşdü'den ben farklıyım. Bana tabiî ki çok büyük baskılar geliyor cemaatin içinden. 'Konuşma', 'yazma', 'açıklama' diyenler oldu. Beni deli olarak görenler, benim Mesihlik iddiasıyla ortaya çıktığımı iddia edip araştırmalarımı küçük düşürmeye çalışanlar var. Diyorlar ki bu adam kendini Sabetay Sevi gibi görüyor, tıpkı onun gibi deli, bizim başımızı belâya sokacak. Sabetaycı düşünce yapısı içinde sizin bu açıklamalarınız çok zararlı şeyler değil mi?Dışarıdan bakınca öyle. Şimdi bakın Karakaşzade gibi benim düşüncelerimde geriye döneceğim ne olabilir. Ben bunları yazıp ortaya koymuşum. 'Ben bunların hiçbirini yazmadım, yok sayın' diyemem ki. Bir kere bir kısmını belgeleriyle yazmışım zaten. Meselâ soyağacı konusunda yazmış olduğum yazıda Yeni Asrın Selanik Yılları kitabındaki iddiayı açıkça çürüten bir insanım. Kitapta ne var?Kitapta çok önemli şeyler var. Türkmen Parlak adlı yazar orada bir ailenin soyağacını yazıyor ama o kadar komik yazıyor ki. Efendim, diyor bu aile Ortaasya'nın bilmem neresinden kalkmış Selanik'e gelmiş diyor. Ben onun canına okudum makalemde. Ve nitekim de o yazıdan sonra başıma gelmedik kalmadı. Ne gibi?İzmir'de Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Sabetaycılıkla ilgili küçük bir konferans verecektim, o ailenin İzmir'deki gazetesi beni engelledi, Atatürk Araştırmaları'nda anlatabildim. Aslında Amerikan Kültür Merkezi'nde, Alman Kültür Merkezi'nde konuşacaktım, fakat engellendi. Sabetaycıların bana bu şekilde engellemeleri var. Evet bu yönde baskılar gelebiliyor. Bu insanların içinde beni desteklemeyenler bana karşı olanlar kimler, Türkiye'de belirli bir maddî servete ulaşmış insanlar. Bunlar tabiî ki rahatsız olacaklar benim açıklamalarımdan. Mevcut durumlarını kaybetme tehlikesi olarak mı görüyorlar?Tabiî bu çok önemli bir nokta. Düşünebiliyor musunuz Türkiye'de en yüksek noktaya gelmiş bir insanın Sabetaycılığı tartışılırsa ve üzerine gidilirse bu bir felaket olur onun için, herşeyini kaybeder. Gizleniyorlar ama şunu düşünemiyorlar. Tarihi açıp okuduğunuz zaman, Yahudilerin hep büyük yükselişlerden büyük çöküşlere gittiğini görürsünüz. Örneğin Alman Yahudileri... 30'larda 35'lerde Almanya'nın kaymak tabakasıydılar. Ne oldu, bir anda hepsi kaybolup gittiler. Tanrı'nın ne yapacağını hiç bilemezsiniz. Gelinen nokta önemli değildir, en son nerede olduğunuz önemlidir. Bir anda iniverirsiniz aşağıya. Ben onun için hiçbir şeyden korkmuyorum. Ben bu yüzden tamamen bağımsız çalışıyorum, hiçkimsenin yönlendirmesi altında değilim. Cemaatinizin sayısı tahmini olarak ne kadar?Cemaatin sayısı hakkında bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü isbat edemem. Bir rakam söylesem bile bunun dayanağı ne olacak? Ben size 'Türkiye'de organize bir Sabetaycı grup var. Bunlar dinî dersler alıyorlar, sürekli toplanıyorlar' dediğim zaman bunu ispat edemem. Kim bu tanınmış Sabetaycılar derseniz benim elim kolum bağlanır. Çünkü ben kimsenin ismini verme hakkına sahip değilim. Ben bir isim veririm, siz gidip adama sorduğunuzda o, 'Ben Sabetaycı değilim' derse bu bir yalan haber olur. Ama şunu çok iyi iddia ediyorum ve söylüyorum; Türkiye'de Sabetay Sevi'nin dinî düşüncelerine bağlı olan ve bu inancı sürdüren insanlar var. Günün birinde bu insanlar çıkacaklar ortaya. Yani bir tek ben olmayacağım. Ama mesela Pamir Bezmen 'Varlık Vergisi' olayında ayrı bir grup olarak değerlendirildiklerini söyledi ama çıksın bakalım 'ben Sabetaycıyım' desin, söyleyemezler. Çünkü onlar bu konuya manevî açıdan bakmıyorlar. Ben manevî olarak bakıyorum. Sadece sayı olarak bugüne kadar yayınlanan makalelerde 60 bin ve 100 bin rakamları telaffuz edildi. Sizi niçin engelleyemiyorlar?Beni engelleyemezler çünkü benim ailem 17 kuşak boyunca haham olarak geliyor ve aslında Sabetaycılığın dinî karakterini oluşturan insanlar. Şimdi bakın benim büyükbabamın büyükbabası olan Şemsi Efendi üç cemaati birleştirmeye çalışmış. Kapancılardan olduğu halde gitmiş Karakaşlarda din dersi vermiş. Onların okullarını kurmuş. Ve bunun sonucu olarak Bülbülderesi mezarlığında öyle bir yerde yatıyor ki, başka biri o şekilde gömülemez. Mezarlıkta böyle bir ayrım vardır, merdivenin sağ tarafında Kapancılar yatar, sol tarafında Karakaş aileleri yatar. Hiçbir Kapancı Karakaş'ların olduğu yerde yatmaz. Bülbülderesi Mezarlığının özelliği nedir?Talmud'a göre Mesih bülbüllerin sesine gelecek. Ve inanç o ki Mesih tekrar geldiği zaman bülbüller şakıyacak ve bütün o ölülerin ruhları ayağa kalkacak. Onun için oraya gömülüyor ve ismi de oradan geliyor. Sabetay Sevi'nin fikirlerinde Yahudi düşüncesinden ayrılan taraf nedir?Sabetay Sevi'nin dinî düşüncelerinin Yahudi Kabalizmindeki yerini kimse ortaya koymuyor. Ne Karakaş Rüşdü yazdı bunu ne de başkası. Bunu ben ortaya koyuyorum. Bu tamamen, Tevrat'ın içinde gizli mânâlar olduğunu ifade eden Kabbalistik düşüncenin bir aşılımıdır. İzak Luria adlı bir kişi vardır ve bu Kabbalistik düşüncenin temelini atmıştır. Nitekim Sabetay Sevi de "Ben Luria'nın atmış olduğu temelin üzerinde bir bina kuruyorum" diyor. Bu konularda araştırma yapıyorum ve bazı şeyleri ben de yeni öğreniyorum. Nasıl öğreniyorsunuz?Karşılıklı konuşmalarda sohbetlerde ortaya çıkıyor. Geleneksel Yahudilikte de böyledir, gidip bir okulda öğrencilik yapmaktan ziyade bu konular sohbet ortamında öğrenilir. Kabala nasıl öğrenilir, bir masanın etrafında Tanrı inancı bulunan, dinî kurallara sonuna kadar bağlı dört kişinin toplanmasıyla oluşan sohbet ortamında öğrenilir. Çünkü biz şuna inanıyoruz Kabala ile herkes uğraşamaz ve uluorta konuşamaz. Yahudilikte en önemli noktalardan biri Tanrı'nın tetragram olan adının ağıza alınması yasağıdır. Eğer bir insan dinî kuralları tam olarak uygulamıyorsa, hırsızlık, zina işliyorsa o zaman bu adamın katıldığı araştırmalarda ve toplantılarda bir negatif enerji çekmesi sözkonusudur. Çünkü Yahudilik Tanrı'nın büyük bir enerji olduğuna inanarak yaklaşıyor olaya. Siz negatif enerji çektiğiniz zaman size öyle bir felâket gelir ki, bu felâket Tevrat'ta sık sık geçen bir vebadır, bir yangındır, bir yok olmadır falan. Tabiatıyla Kabala hep böyle gizli kalmıştır. Uluorta konuşulmamıştır. Kabalistler mistik olmuşlardır ve benim gibi fazla konuşmazlar! Kitabı yazmaktaki gerçek niyetiniz ne?Ben araştırmacı bir kişilik olarak ortaya çıkıyorum ve diyorum ki "nedir Sabetay Sevi'nin düşüncesi?" Bugün Türkiye'de herkes kendi kültürünü araştırıyor. Neden ben gizleyeyim? Kötü bir amacım yok ki. Benim sadece yapmış olduğum bir şey var farklı bir kültürü araştırmak. Siz tartışmazsanız, konuşmazsanız bu ilmî düşünce nasıl ortaya çıkacak? Bakın Türkiye'de solcular müslümanları ciddiye almıyorlardı. Ama bugün Türkiye'de artık bir İslâmcılık olgusu var. Gazeteleri, televizyonları var ve hükûmet bile oldular. Biz bu adamlarla bugüne kadar konuşmayı denememişiz. Ee bundan sonra "Türkiye'de anti-semitizm var" diyorsunuz. Var ve olacak tabiî. Biz herşeyi tartışacağız. Ve biz böyle bulacağız doğruyu. Bu zaten başka türlü de olamaz. Şimdi ben sizi yok sayarsam nereye varabilirim ki? Solcu arkadaşlar üniversite yıllarımda Nurcuların derslerine gidiyorum diye benimle alay ediyorlardı. "Yav sen deli misin, Tabiat Risalesi'ni öğrenmenden ne çıkacak?" diyorlardı. Halbuki ben Said Nursî'nin düşüncelerinde bulmuş olduğum derinliğin üzerine gittim. Çünkü bana göre mistik insanların, dine inanmış insanların yolu birdir. Bediüzzaman'la ilgilenmeniz ilginç. Kabalizm sizin için çok önemli bir nokta. Peki Bediüzzaman'ın ebced hesabıyla ilgili çalışmalarını biliyor musunuz?Evet biliyorum ve o konuya girmeyeceğim. Enteresan ifadeleri var. Bence Said Nursî yazmak istediği şeylerin çoğunu yazmamış bir insan. Özellikle cifir konusunda bir hayli bilgisi var. Bunu açık bir şekilde yazmamış. Bu çok önemli. Said Nursî'yi okuduğumda karşımda sıradan bir köy imamı olmadığını gördüm. Din konusunda hakikaten derinliği olan bir insan. Ben çok açık olarak söylüyorum, onun fikirlerinden pek çok şeyin kafamı kurcaladığını kabul ederim. Ve bundan da mutluluk duyarım. Çünkü bunda bir şey yok. Zira bu insanın yazmış olduğu eserler var, ortada bir vakıa var. Gerçi ben onun bütün risalelerini okumadım, çoğunu da anlayamadım. Benim zaten onun derslerine gitmemin nedeni de oydu. Çünkü bir Tabiat Risalesi'ni, Haşir Risalesi'ni aldığınızda ağdalı ifadelerle karşılaşıyorsunuz. Dinî duyguları anlatmak zaten çok zordur. Fakat onun ben pek çok şeyi yazmadan gittiğine inanıyorum. Cifir dediğimiz beşbin yıllık bir olay... Şimdi bunu basit bir tartışma konusu da yapamazsınız. Demek ki, onu konuşabilmek için mürşid-i kâmil olmanız lâzım, üstün insan olmanız lâzım, yani bizim Kabala'da tanımlanan adam kadmon olmanız; mistik olmanız lazım ki, bunun üzerine gidebilin. Bediüzzamanın eserlerinin sizde ne gibi tesiri oldu?En çok ilgimi çeken Tabiat Risalesi. Dinsizlik ve materyalizm karşısında bu insan çok sağlam delillerle bu kitabı atıyor ortaya ve ben onun vermiş olduğu örnekleri kendi dinî tartışmalarımda kullanıyorum. Diyorum ki Bediüzzaman Said Nursi de böyle söylüyor. Ve ben bundan bir hicap duymuyorum. Niye duyayım? Çünkü o da aynı yola gidiyor. Şimdi burada esas olan bir şey var, Mistik insanların temelinde var olan şey "Bir"e ulaşmaktır. İster Yahudiliğe, ister Hıristiyanlığa, ister başka bir yere gidin amaç "Bir"e ulaşmak için nefsi terbiye etmektir. Gerçi din olarak Yahudiliği çok seviyorum, Yahudilik üzerine çok araştırma yapıyorum ama bu benim Bediüzzaman'ı araştırmayacağım anlamına gelmez. Eminim ki Bediüzzaman yaşasaydı ondan öğrenceğim daha çok şey olurdu. Bediüzzaman'la kesişmeniz nasıl oldu?Üniversitede iken her gruba girdim. Tanıştığım insana "bakın ben Yahudi asıllıyım" diye baştan söylerim, hiçbir zaman da bunu gizlemem. Her insanla her şeyi konuşurum, hiçbir şeyi gizlemem. Benim bundan bir korkum yok. O zaman arkadaşlar beni iftarlarına davet ettiler. Çeşitli Nur cemaatlerinden insanlarla tanıştım. Ve ben onlarla hep mistik konuları konuştum. Onlar sanıyordu ki ben sıkılacağım. Ama hayır ben hep sordum ve araştırdım. İslam'ın bir "Mehdi-Mesih", bir de "Deccal" inancı vardır. Aynı şey Hıristiyanlar, Yahudiler ve siz Sabetaycılar için de geçerli. Siz Sabetaycısınız, Bediüzzaman ise sizin dinî görüşünüze sahip ya da fikren yakın insanlarla hayatı boyunca mücadele etmiş, bir insan. Şimdi sizin ondan istifade etmeniz bir çelişki değil mi?Bu bir çelişki değil. Önce şunu sormak lâzım, acaba ben Sabetaycıların cumhuriyette üstlenmiş oldukları rolü benimsiyor muyum? Bu çok önemli. Ben o tarzı onaylamıyorum. Ben bir kere dinî bir insanın politik olmasına karşıyım. Sabetaycılar Türkiye'de niye bu hale geldiler? Bir kere Dönme denilen insan da Sabetay Sevi'yi tanımıyor. Sadece ona diyorlar ki, sen farklısın sen başkasın. Sadece bununla yetiştiriyorlar çocuğu. O çocuk büyüyor Türkiye'de bir yere geliyor. Siz şimdi hangi kültürü görürseniz o kültürün izlerini getirirsiniz yaşantınıza. Sabetaycıların Batıcı olmasının nedeni de budur. Siz hiç Adıyaman'lı, Malatya'lı bir Sabetaycı gördünüz mü? Adıyaman'da yirmi sene orada yaşayıp da orayı anlamış bir Sabetaycı gördünüz mü? Zaten Türkiye'deki en büyük problemimiz bu oldu. Biz Türk halkını tanımadık. Benim atalarımı almışlar 1924'te buraya getirmişler. Düşüncesiyle, yaşantısıyla, fikriyle kısacası her şeyiyle Anadolu Türkünden farklı bir kitle buraya gelmiş. Onların sizinle çok farklı noktaları var. Yani şimdi bugün Türkiye'den bir grubu alsalar Rusya'ya götürseler, aynı şey onların başına gelse, ne olacak, Rusya'daki insanlar karşı çıkacak. Kitabınız çıkana kadar kimse Sabetaycılığın hâlâ devam ettiğini kabul etmiyordu. Herhalde bundan sonra bazı konular daha da netleşecek. Yakın tarihe baktığımızda dönmelerin Türkiye masonluğundaki yeri de çok ilginç.Kitabımda var. Sabetaycı niçin mason oluyor, çünkü orada kendini manevî olarak tatmin ediyor. Bakın dinsiz insan olmaz. Ateistlere falan inanmıyorum ben. Çünkü insanın içinde bir nur vardır ve o nur mutlaka açılır. Onu ama Masonlukta açar, ama başka bir yerde açar önemli değil,mutlaka açılır. Ama Masonluk da artık sulanmış bir felsefeye dönüştü. Ben mason değilim onu söyleyeyim. Bunları yazıp söylüyorum diye benden de hoşlanmazlar zaten. Masonluk bugün bir çıkar örgütlenmesi halinde. Öyle bir hale gelmiş ki, adam İslâmî çevrelerde de saygıyla karşılanıyor. Çok garip. Sizin kendi cemaatinizde kullandığınız ikinci bir isminiz var mı?Annemin ailesinin soyadı Ben Zwi. Ama benim durumum biraz farklı. Babam Erzurumlu bir Türktür. Düşünce olarak da muhafazakâr ve milliyetçi bir insandır. Annem Sabetaycı kökenden gelir ama o da bunu önemsemez. Ben anneannemle büyüdüm. O bu konuyu çok iyi bilen ve inanan bir insandı. Ve aile içinde kendince İspanyolca bir isim söylerdi bana. Ama bu tarz bir ismim olmadı. Verilemezdi çünkü babam müslüman zaten. Annenizle nasıl evlenmiş?Annem ona Selanik'li olduğunu söylememiş. Bu bir de bir sevgi meselesi herhalde. Annem de zaten bu konulara girilmesini pek istemez. Hatta size çok ilginç bir şey söyleyeyim Fehmi Koru annemin uzun yıllar beraber çalıştığı Musevî bir işadamı ile ilgili bir yazı yazdığında ona bir cevabî yazı yazıyor ve orada kendisinin müslüman olduğunu belirtir üslûp kullanıyor. Çünkü o kendini bir müslüman olarak görüyor. Ben anneannemle ve onun çevresinde büyüdüğüm için bu kimliği seçtim. İlginç bir olay var karşımızda. Sabetaycı kimliğini açık bir şekilde ortaya koyan ve bunu deklare edip savunan ilk isimsiniz. Kimse bunu bugüne kadar Selanik dönmelerinin aslında hiçbir zaman müslüman olmadığını, kendi içlerinde Yahudiliğin bir mezhep ya da tarikatini gizlice devam ettirdiklerini söylemedi. Söylemekten ziyade bu hiçbir zaman ciddiye alınıp da kabul de görmedi. Bunu Sabetaycı cemaatin içinden ilk olarak siz ifşaa ediyorsunuz.Hiçbir zaman söylemedi, hiçbir zaman da belki bu kadar net bir şekilde söylemeyecek. Ama bir zaman sonra söyleyenler de olabilir, bilemem. Ben açık olarak size söylüyorum, Sabetay Sevi'nin dinî görüşlerini benimseyen ve buna gerçekten bağlı inançlı bir kitle var. Ve bunlar hiçbir zaman gerçek anlamda Müslüman olmadılar. Başınızda bir tek lider mi bulunuyor?Birden çok hoca var. Ben size şunu söyleyeyim. İbraniceyi Türkiye'de öğrenmiş ve Tevrat'ın Sabetaycılık açısından manalarını takip eden bir değil, birden fazla hocalar var. Bunu iddia ediyorum ben. Ama buna inanıp inanmamayı benim sözlerimin sizde bırakacağı intibaa bırakıyorum. Bu arada hiçkimsenin ismini açıklama hakkım yok. Çok da ters bir şey olur yani. Sabetay Sevi'nin canını kurtarmak için müslüman olması rahatsız edici değil mi?Canını kurtarmak için Müslüman olmadı, dışarıdan bakanlar böyle görebilir. Şimdi ben Yahudiliğe dönmek istedim ama kabul etmediler. Ben Sabetaycıların İspanyol Konverzolarından (dönme) ayrı tutulmasına karşıyım. Ayrıcalık falan da istiyor değilim. Yahudi kültüründen gelen bir insan sanki bu kültürden gelmeyen bir insanmış gibi nasıl değerlendirilebilir anlamıyorum. İsrail niçin böyle davranıyor?İsrail devleti diyor ki, sen beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyorsun. Sabetay Sevi olayından sonra sen başka bir hal aldın, bu yolda gidiyorsun. Ben de diyorum ki sen bütün dünya Yahudi kültürünün temsilcisi olduğunu söylüyorsun. Ben Yahudi kültürünün bir parçasıyım. Hatta şöyle ifade edeyim, İsrail'de Yahudi Tarihi Müzesi'nde Sabetaycılarla ilgili bir köşe vardır. Eylül 96'da İsrail gazetelerinde bu konuda bir yazı çıkarttım. Sizinle yaptığım bu görüşmenin bir benzerini İsrail'li bir gazeteciyle yaptım. Ortalık karıştı. Açıklamalarım kabul edilmedi. 'Bu tek başına bir kişi, böyle bir cemaat yok falan' dendi. Şunu gözden kaçırdılar ben o mülakata bir arkadaşımla gitmiştim. O arkadaş bana tercümanlık yaptı. Demek ki yalnız değilim ikinci bir Sabetaycı yani bir cemaat var. Türkiye'de de Aytunç Altındal bey konuyu gündeme getirdi. Yahudilik konusunda bir şey daha var. Endülüs'te bundan 500 sene evvel Türkiye'ye gelmemiş, orada kalmış, Hıristiyanlaşmış fakat Yahudi geleneklerini sürdürmüş insanlar var. Bunlara Hıristiyan dönmeleri, yani konverzo denir. Sabetay Sevi ile de bir ilgileri yoktur. Ancak onlar İsrail'de Yahudi kabul edilirler. Yahudiliğe dönecekleri zaman Giyur li Humra denilen bir işleme tâbi tutulurlar. Siz sinanoga gidersiniz orada basit bir dua okunur, ruhun temizlenmesi için bir banyoya girer çıkarsınız ondan sonra Yahudiliğe geri kabul edilirsiniz. Bu uygulanan bir dine dönüş merasimidir. Benim istediğim tek şey Türkiye'li Sabetaycılara da bu giyurun uygulanması. Bizim İspanyol konverzolarından bir farkımız yok ki. Ben 21 yaşında cebimde 100 dolar ve bir sırt çantasıyla gittim İsrail'e. İkinci gidişimde başvuruda bulundum fakat kabul edilmedi. Bu konuda İsrail'in aldığı bir karar var. İsrail bu hakkı tanısa Türkiye'deki Sabetaycılar vatandaşlık başvurusunda bulunur mu?Ben gidecek insanların olduğunu söylüyorum. Kaç kişi olduğu önemli değil. Sabetaycı bir cemaat olduğunu söylüyorsunuz ama ortada kimse yok.Türkiye'deki bütün Bahailer ortaya çıkıyor mu? Sadece temsilcisi çıkıyor konuşuyor. Türkiye'deki Yahudiler çıkıyor mu ortaya? Türkçe isimler kullanıyorlar, Yahudiliklerini bile gizliyorlar ve sormadınız mı söylemiyorlar. Gizleme Türkiye'de hep olmuş bir olay, garip bir şey değil ki. Türkiye'de bizim bilmediğimiz adını sanını duymadığımız ne gruplar var bir bilseniz. Özellikle Anadolu'da. Benim mesela en çok ilgimi çeken şey Alevilerin içerisindeki bazı gruplar. Çünkü onların mistik inançlarıyla Yahudilik arasında o kadar çok paralellikler var ki. Bektaşilikle Sabetaycılık arasında bir ilinti ve bağlantı vardır mesela. Ben kitabımda bunu "Osmanlı Mistisizminde Sabetaycılık" başlığı altında inceledim ve bu arada Melamilikle Sabetaycılık arasında bir bağlantı olduğunu tesbit ettim. Nasıl oluyor?O dönem şer'î hükümlerin egemen olduğu bir dönem. Adam kalkmış Müslüman bir tarikata girmiş. Girmiş olduğu tarikat yükümlülük olarak en hafif olanı. Mesela Bektaşiliğe girmiş, üçüncü devre Melametilikte de Sabetaycılar var ve bu çok önemli. Abdülbaki Gölpınarlı da bunları yazıyor. Hatta diyor ki Seyyid Abdullah Nur isimli kişi yani üçüncü devre Melametiliği kuran kişi Balkanlarda ortaya çıkıyor. Ve bunun Selanik'teki dergahını Yahudi cemaati finanse ediyor. Ben tek tek isimleri çıkarttım oradan. Hem de nereden çıkarttım biliyor musunuz, Yeni Asrın Selanik Yılları adlı kitaptan. Adam diyor ki, 'Bizim bir akrabamız da çok Müslümandı, Melametilik dergahında şunları şunları yetiştirdi.' Komediye bakın, kardeşim senin büyük atanın kim olduğunu ben biliyorum. Bu adamın Yakubi olduğu çok açık. Ama ben yine de çok fazla yazmadım korkumdan. Karşımdaki adam da basit bir adam değil sonuçta.Bazı çok tanınmış insanların Sabetaycı olduklarına dair söylentiler dolaşıyor. Özellikle basın dünyasında. Geçmişte mesela bir Ahmet Emin Yalman bu konuyla ilgili olarak çok şey yazdı.Ama Yalman dönmeliği tartışmış, bu konuyu yazmış ve reddetmemiş bir insandır. Ben kişisel olarak inanıyorum ki insanlar yavaş yavaş belirli aşamalardan geçecekler. Bildiğimi kimseden saklamıyorum. Siz çok daha uç bir kesimden de gelseniz yine konuşurdum. Ben konunun tartışılmasını istiyorum. Konuşmaktan korkmuyorum.~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ Evet ben Selanikliyim! Selânik fotoğrafları sayfası için tıklayınız! Selanikli deyince ne gelir aklınıza? 1) Selanikli Yunanlılar. 2) Nazilerin katlettiği Selanikli yahudiler. 3) 1924'te mübadeleyle Türkiye'ye göç eden Selanikli müslümanlar. 4) Aynı mübadeleyle gelen ‘‘dönmeler.’’ İşte ‘‘Selanikli’’ denildiğinde, özellikle son kategoride olanlar kastedilir. 17. yüzyılda mesihliğini ilan edip, sonra müslümanlığı kabul etmek zorunda kalan İzmirli yahudi Sabetay Sevi'nin yandaşı birkaç ailenin soyundan gelen ‘‘Selanikliler’’, daha doğrusu ‘‘sabetaycılar’’, 350 yıl cemaatleri hakkında ser verip, sır vermediler. Ama 1990'larda içlerinden biri yazmaya, anlatmaya başladı. Ilgaz Zorlu, 29 yaşında. Annesi sabetaycı, babası dindar müslüman bir aileden. Cemaatinde çok iyi tanınıyor. Kimi ona deli diyor, kimi hain. Prof. Dr. İlber Ortaylı, ondan şöyle söz ediyor: ‘‘Bugün Sabetaycılar kendilerini henüz açıklamaz. Tek istisnanın, ama hakikaten tek istisnanın Ilgaz Zorlu olduğunu takdirle belirtmek gerekir.’’ Belge Yayınları, Ilgaz Zorlu'nun makalelerini ‘‘Evet, Ben Selanikliyim/Türkiye Sabetaycılığı’’ başlıklı bir kitap halinde yayınlandı. Onunla hayatını, sabetaycılığı ve sabetaycı cemaati konuştuk.
Sabetaycılığı ne zaman keşfettiniz? -Annemle babam çalışıyorlardı, bana anneannem baktı. Anneannem Selanik'te doğmuş ve 24 yaşında mübadeleyle buraya gelmiş. Atatürk'ün ilkokul öğretmeni Şemsi Efendi de dedemin dedesi. Şemsi Efendi yaşadığı dönemde, büyük bir Kabbala bilgini ve sabetaycılar içindeki cemaatleri (Kapancılar, Karakaşlar, Yakubiler) birleştirmeye çalışıyor. Düşünün, üç yüzyıl boyunca müslüman gözüküyorsunuz, içerde yahudiliği uyguluyorsunuz, daha doğrusu yahudiliğin kabbalistik, mistik bir bölümünü. Cemaat tamamen içine kapalı. Ben 19 kuşak boyunca Sabetay Sevi'nin kardeşinin soyundan bir aileden geliyorum. Büyükannemin çok sağlam bir sabetaycı kültürü var, ama korkuyor. Çünkü Varlık Vergisi olayını, ondan önce Karakaş Rüştü olayını yaşamış. Cemaat asimile olma kararı almış.
Karakaş Rüştü olayı nedir? -Sabetaycıların Karakaş grubundan olan bu adam 1924'te bir anlaşmazlık sonucu cemaatin sırlarını gazetelere ifşa ediyor ve Atatürk'e mektup yazıyor. Biz asimile olamıyoruz, bizi ne olur müslüman yapın diyor. Anneannem korkarak anlatırdı. Bu olay olduğu zaman evleri basacaklar şayiası ortaya çıkmış. Birçok aile ellerindeki belgeleri yakmış.
Size de aynı gözle bakanlar var mı cemaat içinde? İkinci Karakaşzade Rüştü olduğunuzu söyleyenler? -Evet, evet tabii. Benim için önce bu adam kendini Sabetay Sevi sanıyor dediler. Deli olmakla, Karakaşzade Rüştü olmakla, Mesih olmakla suçlandım. ‘‘Allah kahretsin, başımıza dert açacaksın’’ dediler.
Büyükannenizden neler öğrendiniz? -Ben büyükannemi tanıdığım zaman yaşlanmıştı. Sürekli Sabetay Sevi, Sabetay Sevi diye anlatıyordu. Öğrendiklerimi anneme söylediğim zaman bir temiz sopa yedim. Annem attı beni evden. Hakikaten attı, sekiz yıldır da görmüyor. Annemin çevresinde insanların çok orijinal bir tarih teorisi vardı: Orta Asya'dan İspanya'ya gittik, İspanya'dan Selanik'e geldik! Biz yahudi değiliz! Halbuki bir akarsu düşünün, iki ayrı mecraya gidiyor, ama kaynak aynı. Yani yahudilikle sabetaycılık aynı. Çocukluğumda büyükannemin arkadaş grubuyla beraberim. Büyükannemin grubunda dini ritüeller uygulanıyor. Hanımlar bir araya gelirdi. Fatma Hala dediğimiz bir akrabamız vardı. Birden bir kitap çıkarır ‘‘Sabetay Sevi’’ diye bir dua okumaya başlardı. ‘‘Aman Fatoş kimsecikler duymasın’’ denir, perdeler kapanır, ben yatağa götürülürdüm. Bu insanlar hala Sabetay Sevi'ye inanıyorlardı, ama gizliyorlardı. Büyükannem öldükten sonra onun arkadaşlarıyla birebir konuşmalar yaptım, kasetlere aldım. Bu iş çok hoşuma gitti. Gizli olması ilginçliğini daha da arttırıyor. Unutmuyorum, büyükannem arkadaşlarıyla sokakta yürürken bir hanıma selam verdi, sonra, ‘‘aman selam verdiğimi görmesinler’’ dedi. ‘‘Neden’’ diye sordum. ‘‘O komşulardan’’ dedi. Komşular, sabetaycılar içinde bir grubun diğer grup için söylediği bir söz. Bütün bunları kafama taktım.
SABETAYCILAR YAHUDİDİR
Cemaatin yaşlılarıyla konuştunuz... - Sözlü tarihi başlattım cemaat içinde. Büyükannemin kuşağındaki 65-70 kişiyle tek tek konuştum. Karşıma ilk şu çıktı: Biz Selanikli değiliz! Ben o yüzden kitabım adını ‘‘Evet, Ben Selanikliyim’’ koydum. Selanikli olmak utanç verici bir şey gibi kabul ediliyordu. İnsanlar, sizin fikirlerinizi eleştirmekle uğraşmıyor, geçmişinizle uğraşıyor. Pis yahudi, pis dönme diyor. Ben buna karşı çıktım. Dedim ki evet ben dönmeyim, Selanikliyim. 1991'de İsrail'e gittim.
Araştırmanızı sürdürmek için mi yoksa sabetaycılığın kökeninin yahudilikte olduğunu görüp yahudi olmam gerekir düşüncesiyle mi gittiniz? -Evet, bunu düşündüm ve hiçbir zaman gizlemedim. Sabetaycılık yahudiliğin bir parçasıdır.
Eski kuşaktan olan sabetaycılar da kendilerini yahudiliğin bir parçası olarak mı niteliyorlardı? -Sabetaycılar kendilerinin gerçek yahudiler olduğuna inanıyorlar. İsrail'de inanılmaz bir şey buldum. İkinci Cumhurbaşkanı İzak Ben Zwi, bir sabetaycı. Ailesi Polonyalı ama Osmanlı döneminde Türkiye'de eğitim görmüş. Sonra da Filistin'e gitmiş. Sabetay soyundan geldiğini belgelemek için Ben Zwi (Sabetay'ın soyadı) soyadını almış. Mirasını Ben Zwi Enstitüsü'ne bağışlıyor. Sabetaycıların kaynaklarının İsrail'e getirilmesi için talimat veriyor. Ama Sabetaycılık İsrail'de yoktur. Oradaki görüş şudur: Bunlar 350 yıl önce yahudilikten ayrılmış, müslüman olmuşlardır. Ama burada hep bir açık kapı bırakmak zorundalar. Çünkü yahudilikten insanlar atılamaz. Kökene bağlıdır. 350 sene boyunca bu adamlar yahudilik inancını sürdürdü. Bugün herkes bunu devam ettiriyor demiyorum tabii.
Sizin İslamcı kesimle de diyaloglarınız oldu. Kitabınızda Mehmet Şevket Eygi'ye de teşekkür ediyorsunuz. -Evet, Mehmet Şevket Eygi'yle tanıştım. Akit Gazetesi'nde de kitapla ilgili yazılar çıktı, kötü yazılar değildi bunlar. Mehmet Şevket Eygi'den çok yardım da gördüm. O da Türkiye'deki bütün etnik grupların tarihinin araştırılması konusunda hemfikir benimle. Neticede bu bir kültür.
Niçin yahudi olmak istediniz? -Bu sembolik bir olaydı. Örneğin sabetaycı bir genç kız bir yahudi erkekle evlendiği zaman çocukları yahudi kabul edilmiyor. Ben bunun düzeltilmesini istiyorum. Başvurdum. Resmi başvurularımı yok sayıyorlar. Türkiye-İsrail ilişkilerine bakıyorlar.
Cemaatin içinde gerçekten müslüman olup da giden var mı? -Ben bunu hiç görmedim. Ateist olanlar veya yeni bir akım olarak budizm gibi dinlere ilgi gösterenler var.
Sabetaycılar, kendilerinin genel yahudilik şemsiyesinin bir parçası olduğu yolundaki düşüncenizi paylaşıyor mu? -Bir sabetaycı ailede kız bir yahudiyle evleniyor. Sabetaycı kızın annesi diyor ki ‘‘kızım aslına döndü.’’
Efsanevi İzmirli Sabetay Sevi (1622-1676) İzmirli bir yahudiydi. Kabbala mistisizmine büyük ilgi duydu. Mesih olduğunu bildirdi. 1660'larda bu açıklama üzerine Avrupa'nın her yerinden yahudiler heyecanla gözlerini İzmir'e diktiler. Yahudi dünyasının bu müjdeyle altüst oluşunu, Claude Gutman ‘‘İzmir'in Çılgın Dedikoduları’’ (Çev: Meral Gaspıralı, Cep Yay., 1994) adlı romanında anlatıyor. Ancak Osmanlı yönetimi işe el koydu; Sabetay Sevi'yi müslüman olmaya zorladı. Sevi müslümanlığı kabul etti, yahudiler ondan yüz çevirdiler, ancak bazı aileler ona inanmayı sürdürdü ve onunla birlikte sürgüne gitti. O günden sonra ‘‘dönme’’ denilen bu cemaat Selanik'te yüzyıllarca yaşadı. Kapancılar, Yakubiler, Karakaşlar adıyla üç ayrı gruba bölündü. İç evlenmelerle bütünlüğünü korudu. 19. yüzyılda batılılaşmanın etkisinde kaldı, modern okullar (Fevziye, Terakki) açtı, üyeleri arasında çokca mason ve Jöntürk vardı. 1924'te mübadeleyle Türkiye'ye geldi. II. Dünya Savaşı sırasındaki ‘‘Varlık Vergisi’’ uygulamasında, gayrimüslimler gibi çok yüksek vergi ödemek zorunda kaldı. Ilgaz Zorlu, sabetaycıların müslüman gibi gözükmekle birlikte, yüzyıllar boyu evlerde gizlice yahudi geleneklerini ve Sabetay'dan kalma özel ayinlerini sürdürdüklerini belirtiyor.

BÜLBÜLDERESİ "Sakladım, söylemedim derdimi, gizli uyuttum ..."

Selanikliler'in önyargısız ve antisemit gerçek hikayesini öğrenmek için İslam Ansiklopedisi'nin ilgili maddesi ve İbrahim Alaeddin Gövsa'nın "Sabetaycılık" kitabının rehberliğinde sizi bir mezarlık ziyaretine davet ediyoruz. Bülbülderesi-Fevziye Hatun Cami'sinin avlusundan başlayarak ta Fıstıkağacına kadar tırmanan yokuşun sağında özel bir mezarlık bu...
Kimler yatmıyor ki burada... Azra Erhat orada, Yusuf Atılgan orada, "İzmir'de Yunana ilk kurşunu atan" Hasan Tahsin de orada... Meşrutiyette ve Cumhuriyette sanatta, sinemada, basında (Selanik-İzmir Yeni Asır-Sabah), tekstilde, tütün ticaretinde, külliyen ithalatta başı çeken ünlü aileler de orada; İpekçiler, Dilberler, Bezmenler... Mısırlı, Bilgin, Kaptana, (Katibi Umumi Mithat Şükrü) Bleda, Boran, İrişik, (Elçin-Ergin) Telci, İnsel, Ogan, Somay, Duhani, Öğütmen, Kapancı ailelerinin yedi ceddi bu mezarlıkta uyuyor. Mezartaşlarının hemen hemen hepsi resimli. Kahverengi-beyaz sepya fotoğrafların çoğunda "Foto Osman Hasan" imzası okunuyor. 1930-1950 yılları arasında çok misafir kabul etmiş bir mezarlık bu. Şimdilerde ayda yılda bir gömüleni var.
Selanik'ten, Şam'dan, İzmir'den, Mısır'dan, gelip de orta hallileri Selamsız, Fıstıkağacı, Bağlarbaşı gibi Üsküdar'ın iç semtlerini mesken tutan, zenginleri ise, Bakırköy, Nişantaşı, Teşvikiye'de takılan "Dönmeler"e ait özel bir mezarlık bu. Kitabeti de hitabeti de farklı, "fatiha" talep etmeyen, şekli şemali bir olmayan, "fotoğraflı" bu mezarlıkta halen tükenmiş bir tarikatin 300 yıllık tarihi uyuyor.
Selanik mezarlığına Şeyh Mahmud Hüdai hazretlerinin müridi, 1627 tarihli "Asadar Baba" yatırına selam verilerek giriliyor. Mezarlığın altından yukarı doğru tırmanan yokuşun adı da Selanikliler sokağı. Mezartaşlarının çoğunda ortak şu "itiraf" var: "Sakladım, söylemedim derdimi, gizli uyuttum.. ." Ve kitabeleri genellikle "Ey zair (ziyaretçi) ben Selanikli falanca..." şeklinde başlıyor. Kimilerinde ölünün mesleğini temsil eden semboller kazınmış: Gemi çapası, berber makası, pergel, makas (Terzi Ayşe Hanım 1953)... kimilerine ise, kelebek, pancar, buhurdanlık, kırlangıç, yılan motifleri işlenmiş. Bir tanesi var ki, sigara paketi şeklinde:
Dumanla karışık nefesin / Bırakamadın sanki sevgilin / Şimdi artık yanında dostun sigara senin / Nur içinde yat sevgili Güzekin.
Bir başka mezartaşından ise, Selaniklilerin kültür düzeyini, ticari hedeflerini, aile ideallerini gösteren acıklı bir roman gizli (aynen aktarıyoruz):
"Hayatım birçok hastalıkların ıztırabına göğüs gererek mütemadi çalışmakla geçti. İngiliz, Fransız, Alman lisanlarını edebiyatına vakıf olarak öğrendim. Mancester'de büyük babamızdan tevarüs ettiğimiz ticari mevkii pek az zaman sonra kardeşim Nuri'ye terk ettim. Muvaffakiyatımın varisi hakikisi olan Nuri ailemi yükseltti. Ben 22 yaşında Selanik topraklarında gömüldüm. Şimdi kemiklerim bile kalmadı. İsmimi yad için Nuri'nin mezarına resmimi koydular. Babam kardeşlerim Hüsnü ve Nuri'nin kemiklerini benim de resmimi sinesinde taşıyor."
Mezarlıkta zifaf! 20 yaşında yaşama veda etmiş bir genç kızın (Rabia Zafer Göksu 1921-1942) hislerine yakınları (muhtemelen annesi) şöyle tercüman olmuş: Zafer işte budur... / Gelinlik çağıma yakışsın diye / Bu taştan çelengi ördüğüm için /Gözünüz yaşlarla beni yadedin / Zifafı burada gördüğüm için / Anneme uğrayın size okutsun / Bir kitap yazıldı öldüğüm için...
Bugüne kadar Türk sandığımız bir kahraman da meğer bir "Dönme"ymiş... Buyrun: "İzmir'de işgalci düşmana ilk kurşun atan hürriyet kahramanı mukaddes şehit gazeteci Osman Nevres (HasanTahsin Recep) 1888-1919"...
Bazı mezarlar heykel güzelliğinde, bazıları çok pahalı, mesela 12 yıl önce gömülen Osman Yümnü Mısırlı'nın (1929-1989) mezarı. "Muharrir Selanikli Tevfik" (1871-1955) bütçesine göre daha makul bir istirahatgahta.Yazgan ailesi, Atamanlar yukarılarda, asırdide sedirlerin altındalar. Karanfil ailesi, Hatice Atiye-Suzi Bleda, Jale Dilber (1913-1987) hiç yıkılmayacak zannıyla yapılmış şık mezarlarında komşuluk ediyorlar... Merdivenlerin başında "Sönmüş Manolya Saliha Nedret", Ferdi Nihat (1917-1913), Atatürler, Birenler, Ülgerler, İşmenler, İdemenler... Karadenizin derinliğinde kaybolan Millet vapuru süvarisi Besim Kaptan da (2.12.1936) orada yatıyor...
Kimdir bu Dönmeler? Ne kadar Yahudi ne kadar Müslüman bir cemaat bu? Duaları, ibadetleri, inanışları nedir? Bu sır, bu gizlik, bu esrarengiz hava niye? 17. asırdan itibaren, bilhassa İzmir ve Selanik'te yaşayan, Müslüman adı ve kıyafetiyle dolaşan "gizli Müslüman-Yahudi cemaati" üyelerine, Osmanlı Türkleri tarafından, din değiştirdiklerini başlarına kakmak için "Dönme" denmiş. Bu lafı lisanına yakıştıramayanlar ise, nezaket kasdı ile onlara "avdeti"derlermiş. Bu da 'dönme' demek...
Bir meczub: Sabetay Sevi Bu gizli mezhep, İzmir'de Türkler arasında Kara-Menteş lakabıyla anılan İspanyalı muhacir yahudi Modehay Sebi (Geyik) oğlu Sabetay Sevi (1632-1675) tarafından kuruldu. Hahamlık tahsil ederken "Zahor" yorumuyla"Kabbala" adı altında toplanan teosofik fikirlere merak sardıran bu genç Yahudi, o asırda zuhuru beklenen Mesihin kendisi olduğu iddiasıyla ortaya çıkmış ve İzmir'de 1648 senesinde mesihliğini ilan etmişse de, bu iddiasında fazla ısrar etmemiş, fakat Mısır, Kudüs ve Atina'ya bir yaptığı bir geziden sonra "1666"da (bu tarih Hıristiyanlar arasındada Mesihin zuhur tarihi diye kabul edilir) mesihliğini tekrar ilan etmişti. İzmir yahudilerinden etrafında pekçok taraftar toplanmış ve şöhreti bir taraftan ta Budin'e, diğer taraftan Lehistan, Almanya, Hollanda, İngiltere, İtalya ve Kuzey Afrika'ya kadar yayılmıştı. Hatta İran'a kadar varan bu şöhret ve nüfuz, Acem Yahudileri arasında bile bir hareket uyandırmış ve onlar: "Bizim mesihimiz geldi, artık toprak bellemeyiz" diye ayaklanmışlar.
Dönmeler kendilerine "Ma'aminim" (Müminler) ve "Haberim" (Ortaklar) veyahut "Ba'alemilhamah" (Mücahidler) isimlerini vermişlerdi. Bu cemaat mensuplarına yalnız Edirne'de "Sazannicos" (Küçük sazan balıkları) derler. Rivayete göre, bu gizli cemaat mabedinin Balık Pazarı yakınından bulunmasından veyahut cemaat mezhebinin mesihi ve başı olan Sabetay Sevi'nin bir kehanetinden kaynaklanıyordu. Kehanete göre; Yahudilerin kurutuluşu Hut (Balık) burcu altında vaki olacaktır!..
Musevi inanış ve ibadetinde farklar yapmaya kalkışan bu hahamın hareketini İstanbul Hahambaşılığı hoşgörmeyerek, kendisini aforoz etmeye ve hatta -bir rivayete göre- öldürtmeye kalkışmış ve diğer taraftanYahudilerin her günkü dualarında padişahın adı geçen fıkrayı, "Padişahlar padişahı" ve hatta "Davud'un oğlu Süleyman" şeklinde değiştirmesi Osmanlı hükümetinin de dikkatini çekmiş ve genç haham ancak bundan sonra takibe alınmıştı.
İzmir Yahudileri arasında türlü kargaşalara neden olan bu hahamı Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa önce İstanbul'a getirip hapsetti. Burada da faaliyetini sürdürünce Çanakkale'ye naklettirip Kumkale'de (Abydos) kalebend etti. Ama bu defa da Kumkaleye Avrupa'nın çeşitli yerlerinden ziyaretçi akını başladı.
İkinci bir mesih olmak iddiasıyla Kumkaleye gelen ve uzun münakaşalardan sonra fikrini kabul ettiremeyen Nehemya Cohen adlı bir Lehli haham, Sabetay'ı fesatçılık töhmetiyle hükümete ihbar etti. Bunun üzerine Sabetay Edirne'ye getirilmiş ve IV. Mehmed'in "kafes arkasından" iştirak ettiği bir divanda Sadaret Kaymakamı ve Şeyhülislamı tarafından, Moşe ben Rephael Efendi'nin tercümanlığında sorgulandı.
Hakkında ileri sürülen ithamları reddetmiş ve "İslamiyeti kabul etmek veyahut idam olunmak" arasında tercih yapmak zorunda bırakılınca Müslüman olmuş ve Mehmed Efendi adını almıştı. Kendisine 150 akça "kapı ortası tekaüdü" ihsan edildiği gibi müslüman olan arkadaşına da "çavuşluk" rütbesi verilmişti. Sorgulama sırasındaki hazır cevaplığı, dilbazlığı ve cesaretiyle padişahı bile etkilemişti. Bu yüzden olsa gerek Edirne Sarayı'na yerleştirildi. Artık Mehmet (Aziz) Efendi ismini taşıyan Sabetay; Vanizade Mehmed Efendi'den İslamı öğrenirken eski kanaatlerinden vazgeçmiş değildi. Hiçbir zaman da vazgeçmedi. Ülkenin uzak köşelerinden, Kudüs'ten, Şam'dan, Bağdat'tan gelipona katılan Yahudiler vardı. Padişah her nedense, Sabetay'ın faaliyetini genişletmesine ve havralarda vaaz etmesine göz yumuyordu.
Ona inananlar kendisine alenen mesih gibi tapmaya cesaret edemeyerek, Müslüman kisvesine bürünmeyi uygun görüyorlardı. Esasen Sabetay'ın "18 emrinden" 16.'sında, "göz boyamak için müslüman gibi görünmek lüzumu" tavsiye edilmişti. Bir müddet sonra Hahambaşılığın da bastırmasıyla Sabetay'ın propagandadan menedilerek, İstanbul'a çağrıldığı ve Kuruçeşme'de ikamete zorlandığı biliniyor.
Buradan sonra Kağıthane'de bir yere gizlenen Sabetay, yine Yahudilerin şikayeti üzerine, Arnavutlak'ta Berat şehrine sürülmüş ve beş sene yaşadığı bu şehirde veyahut -bir rivayete göre- hava değişimi için giittiği Ülkün'de (?) 30 Eylül 1675'te öldü. Sabetay'ın bu kadar maceradan sonra iddiasından vazgeçerek Müslüman olması arkasından gidenler arasında şiddetli gazap ve hiddet uyandırmış ve ancak sınırlı sayıda müridleri asıl mesihin göğe çıkıp, Müslüman kıyafetinde dolaşan zatın onun "hayali" olduğuna inanarak, kendisine sadık kalmışlardır.
İşte bunlar Sabetay'ın vefatından sonra, yalnız "zahiri" değil aynı zamanda "batıni" olduğunu iddia eden ikinci eşi Ayşe kadın etrafında Selanik'te toplanmışlardı. Bunların aralarında Türkler ve Makedonyalılar da vardır. Bu kadın; kendi öz kardeşi Yakup'u, güya mezarından çıkan Sabetay'dan hamile kalıp, 12 yaşına erişmiş bir oğlan boyunda (Yakup) doğurmuş olduğu iddiası ile ortaya çıkmıştı...
Yakubilerin ve Bevvab Baba'nın zuhuru Bu kadın, o devirde dünyada hüküm süren mesih özlemi sevkiyle Selanik'te oğlunun mesih şeklinde alemde yeniden zuhur ettiğine inanan ve ona Allah imiş gibi tapan birçok taraftar bulabildi. Bunlar Yakup Sevi'ye İspanyolca "Querido" (sevgili) unvanını da takmışlardı. Hepsinin bir Musevi adı bulunmakla beraber daima Müslüman adlarıyla çağrılan ve hemen hemen tamamiyle İspanya göçmeni Yahudilerden müteşekkil bulunan bu cemaat, cumartesi günleri ateş yakmamak müstesna olmak üzere, bazı Musevi ibadet ve ayinlerine sadık kalmışlarsa da asıl Yahudilerden tamamen ayrılmış ve onlara "koferim" (kafirler) ismini vermiştir. Neşredilmiş bazı dualardan anlaşıldığına göre ibadet dilleri İbranice, Ladino ve Latinceden mürekkep bir dildedir.
1875-77 seneleri arasında bir zamanda Selanik'te bir dönmenin tamir edilmek üzere terziye bıraktığı yeleğinin cebinden çıkan bir kağıtta bulunmuş ve ilk defa oradan Selanik gazetecilerinden Saadi Levy tarafından kopya edilmiş bir vesikaya dayanır. Böyle tesadüfen ele geçen bir başka vesika da İbrahim Alaeddin Gövsa'nın Bakırköy'ünde bu cemaata ait bir kız mektebinin müdürüyken, bir kızın defteri arasında bulduğu İbranice ve İspanyolca Şabbetay Sebi'nin adı ile başlayan bir besmeledir. (Bknz. İ. A. Gövsa-"Sabatay Sevi")
Selanikte bitişik nizam ve birinden diğerine kolaylıkla geçilebilen evlerde yaşayan bu cemaat efradının evlerinden birinde yeşil abajurlu lambaların zayıf ışığıyla aydınlatılmış gizli toplantı yerleri vardı. "Kahal" denilen bu yerlerde "Payyetan" adı verilen din uluları tarafından dualar okunur ve "Ab-bet-din" denilen reisler tarafından vaaz edilirdi.
Bu vaazlarda daima Sabetay'ın adı yüceltilirdi. Hem bu mesihin ve hem Yakup Querido'nun günün birinde ümmetlerini kurtaracakları inanışı üzerinde ısrar olunduğu gibi, genellikle iyiliğe, hayra ve fıkaraya yardıma teşvik olunurdu ki, çoğu çalışıp zaruret ve ihtiyaç derdinden kurtulmuş bir halde yaşayan cemaat efradı kendi aralarında fakirlere iş bulurlar ve çalışmayanlara ise doğrudan doğruya yardım ederek dayanışırlardı.
Kimi kaynaklar Dönmeleri üç zümre halinde inceler. Bunlardan bir görüşe göre; 1. Doğrudan doğruya Sabetay Sevi'ye iman edenler ki, bunlara "İzmirliler" (2 bin 500 kişi) denilir. 2. Yakup'un taraftarları ki, bunlara "Yakubi" (4 bin kişi) derler. 3. On sekizinci asırda ölen Osman Ağa (Bevvap Baba) müridleri ki, bunlara da "Kuniosos" (3 bin 500 kişi) ismi verilir. Birinci zümredekiler dönmeler sakallarını, ikinciler başlarını traş ederler. Üçüncüler ise, sakallarını da saçlarını da traş etmezler.
Cemaat içi koltuk savaşları neticesinde, günün birinde Mustafa Çelebi adlı bir haham İzmirli Yakubileri böldü. Ayrılan zümre Sabetay'ın ölümünden tam 9 ay sonra Abdurrahman Efendi adında birinin sulbünden dünyaya gelen Osman isminde bir çocuğun vücudunda Sabetay'ın göründüğünü, çünkü çocuğun mesihin vefatından tam 9 ay sonra doğduğunu, halbuki Yakup'un onun vefatından çok evvel doğmuş olduğunu iddia ediyordu. İşte bu Osman adındaki çocuktur ki, sonradan Osman Ağa-Osman Baba-Osman Bevvap isimleri ile mezhebin hakim ve bir dereceye kadar hurafevi bir şahsiyeti olmuştu.
Osman Bevvab'ın adına 18. asırda kurulan zümre, ticaret yoluna girerek, dünya ile temasları arttırmış ve büyük düşünceye, gelişmeye taraftar gibi görülmüştür. Velhasıl zümreler arasında iki asır evvelinden başlayan çekişmeler, 19. asrın sonuna kadar kin ve nefret dalgası içinde cereyan etmiştir ki, birbirleri ile dostane temastan kaçınmışlar ve birbirlerini küçük görmeye ve alaya almaya kadar varmışlardı. Bu ayrı ve gayrılık birine mensub bir ahçı veya bakkaldan yiyecek alıp yemek, diğeri için haram sayılacak kadar ileri gitmişti.
Yakubilerde cemaatin esrarlı hayatı bir tarikat hayatı vaziyetini koruyordu. Gerçi çocuklar Türk ve müslüman olarak terbiye görüyordu. Ortalıkta bir ayrılık ve bir cemaat hayatı bulunduğu kendilerinden şiddetle gizleniyordu. İzahat isteyen çocuklar ve gençler kati bir inkar şeklinde karşılık görüyorlardı. Yakubilerde cemaat esrarını öğrenmek hakkı ancak evlenmek ile kazanılırdı. Halbuki Osman Baba müridleri, 13 yaşına gelen çocuklarına ibadetleri ve dini merasimleriyle inançlarını öğretirlerdi.
Son zamalara kadar bu üç zümre varlığını korumuş, ama aralarındaki ayrı ve gayrılık devam edip gitmiştir. Kendi içlerinde de "aristokrat-avam" ayrımı vardı. Cemaat dışından evlenenler aforoz edilir, böyleleri "Kararmış" diye anılırlardı. Bu üç zümreyi 19. asırda üç ünlü ve zengin aile temsil etti. "İzmirliler", Selanik Belediye Başkanı Hamdi Bey'in ismine, "Yakubiler" Karakaş ailesine, "Osman Babacılar" ise Kapancılar'a biat etmişti. Hepsi eğitime çok önem veriyordu. Selanik'te kurdukları (sonradan İstanbul'a naklettikleri) Fevziye, (Şişli) Terakki ve Işık adında açtıkları okullarda üst düzey eğitim veriliyordu. Meşrutiyete öncülükte, Masonik örgütlenmelerde, İttihat ve Terakki Partisi içinde de hep etkin oldular...
Balkan savaşı ve ardından gelen göç nedeniyle bu cemaat fiilen dağıldı. Toparlanma çabaları sonuçsuz kaldı.1924'te Rüştü Karakaş, Selaniklileri temsilen Büyük Millet Meclisine verdiği bir dilekçe ile "bu gizli cemaat ve mezhebin feshini Türk ve Müslüman nüfusla harman edilmesini" talep etti. Yeni nesil kendi günah ve kusuru olmadan, mazinin üstlerine bastığı bu ayrılık damgasından ve işitmeyi hiç sevmedikleri "Dönme" unvanından bir an evvel kurtulmak istiyordu. Hatta eski zümrelerden kız alıp vermemeyi taassub derecesine çıkardılar. Diğer taraftan sosyal devrimler dolayısıyla ve azınlıkları Türkleştirme, azınlık sermayesine el koyma politikaları sonucu uygulanan Varlık Vergisi v.s, bu esrarengiz cemaati, Şeyh Hüdai Hazretlerinin hemen berisindeki Bülbülderesinde ebedi uykusuna tevdi etti. Ümit Bayazoğlu Selânik’teki Dönme Camisi ile ilgili yazıyı okumak için tıklayınız Not: (1) Yahudi yazarlar, Sabetay hareketini, merkezi Yahudiliğe toz kondurmadan Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir hareket gibi gösterirler. Yani "dini olmaktan ziyade padişahın otoritesine karşı siyasi bir hareket" ve bu hareket Yahudilere karşı "bugün de var olan güvensizliğin başlangıç miladı" olarak kabul edilir.
(2) 1828-29 yıllarında Bergama civarında dolaşan Mac Farlane adlı bir seyyah, "Trahalla" adında bir Dönme köyü gördüğünü yazıyor. Tip itibarıyla Sami ırkına mensup bu köylülerin buraya iş gereği İzmir'den göç ettikleri tahmini yürütüyor. (Yukaridaki yazi CHIVI dendir)~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ BÜLBÜLDERESİ KABRİSTANINDAKİ MEZAR TAŞLARINDA YERALAN SOYADLARI LİSTESİ
Acar, Acıman, Acuner, Ağaoğlu, Adar, Akagün, Akal, Akaltın, Akan, Akaslan, Akbaş, Akbay, Akbil, Akbörü, Akçil, Akdinçer, Akduran, Aker, Akgün, Akkanat, Akkum, Akman, Akosman, Akoy, Aksel, Aksoy, Aktel, Aktepe, Akyol, Akyüz, Alever, Alfan, Alp, Alpaslan, Alpgünay, Alsancak, Altav, Altıner, Ambarcı, Anafarta, Antmen, Arasıl, Arabacı, Arcan, Arman, Arığ, Arslan, Arısal, Atak, Atakol, Atalar, Atam, Ataman, Atamer, Atatür, Atay, Ateş, Atiker, Atuk, Atılgan, Avcı, Ayaz, Ayfer, Aykan, Ayker, Aykoler, Aykut, Aytun, Ayzit, Babacan, Baha, Bakal, Bakar, Balcı, Baler, Balkan, Balkanlı, Baran, Barda, Barutçu, Basmacı, Başal, Başaran, Başaraner, Başer, Başkurt, Başol, Baydar, Baydın, Bayer, Baykal, Bayraktar, Baysal, Baytar, Belgü, Beller, Bengisu, Beri, Berker, Betil, Beykont, Biber, Bilan, Bildacı, Bilen, Biler, Bilge, Bilget, Bilgili, Bilgin, Bilgör, Bilimli, Bilkur, Billisoy, Birben, Birced, Bircet, Birder, Biren, Birincikonuk, Birol, Bitek, Bleda, Boduroğlu, Boysan, Büke, Bumin, Bursin, Büyükdoğanay, Büyükol, Büyüktankaya, Büyüktunca, Çağdaş, Çağrıcı, Çakır, Çaldıran, Çamuran, Canal, Canıtez, Çankaya, Çankayaoğlu, Canlısoy, Çavuşoğlu, Çeçener, Çelik, Çeliker, Çelikkol, Çenikçi, Cercis, Ceylaner, Cezzar, Çiçek, Çifçioğlu, Cinoğlu, Ciyavil, Çıkrıkçı, Cizer, Coşkuner, Cömert, Çubukçu, Cüman, Cümbüşel, Çınar, Dağlı, Darman, Dayıoğlu, Değerli, Demir, Demirel, Denel, Denizmen, Derman, Dertli, Devirdi, Dikmen, Dikmenoğlu, Dilber, Dilmaç, Dişmen, Dolunay, Dorman, Dorsay, Dörtköşe, Duhani, Dündar, Eğinler, Edgüer, Edis, Ediş, Egemen, Ehat, Ekemen, Ekin, Ekinci, Elçin, Elibol, Elöve, Emilli, Eminoğlu, Emsel, Emsem, Erpul, Er, Eralp, Eraltan, Erbelger, Erbiber, Erbütün, Ercan, Erdal, Erel, Erem, Eren, Erenler, Erer, Eresen, Eresin, Ergay, Ergin, Ergüç, Erhat, Eriş, Erkorkut, Erkun, Erkut, Erler, Erman, Ersin, Ersunay, Ertan, Ertedemir, Ertek, Ertem, Ertetik, Erşahin, Erşan, Erşen, Ertürk, Esgeç, Esim, Esin, Esrigün, Etan, Etkin, Evin, Evizi, Evren, Evrenk, Ezel, Felek, Ferman, Fişekçi, Fikriğ, Fırat, Gemici, Gen, Genç, Gencer, Gençer, Gençoğlu, Gençoğuz, Ger, Gerçel, Geren, Germen, Gevgilili, Girgin, Gökçen, Göker, Göksel, Göksu, Göksun, Gökşen, Gökşingöl, Gönç, Gonca, Gönüllü Görgül, Görk, Görüngeç, Gözen, Gül, Gülleci, Gültekin, Gün, Günay, Güner, Güney, Günkut, Günsav, Günseli, Güratay, Gürdal, Gürdemirel, Gürışık, Gürsan, Gürsel, Güventürk, Güzekin, Harmancı, Hamarat, Hascan, Hekiman, Hısım, Hoşgel, Hun, Hürol, Içözü, Idemen, Ilkin, Imili, Imre, Imren, Ince, Insel, Ipekçi, Irışık, Işmen, Iyibilek, Kadı, Kadıoğlu, Kafadar, Kahya, Kalyoncu, Kandel, Kaner Kanul, Kapancı, Kaptana, Kaptanoğlu, Kara, Karaakın, Karaaslan, Karakaş, Karanfil, Karaokçu, Karul, Karyüz, Kasapoğlu, Kavrem, Kaya, Kayatür, Kaymak, Kaymakcı, Kaynak, Kazmirci, Kent, Kermen, Kılıç, Kılıççı, Kılıçerli, Kızıltuğca, Kibar,Kireççi, Kocaoğlu, Koçer, Kökmen, Kor, Koray, Korman, Köse, Kösem, Köseoğulları, Koyuncu, Koyuncuoğlu, Könik, Köylüoğlu, Kubilay, Kublay, Külahlı, Kunal, Kızılgül, Kuşcu, Kuşçu, Laçin, Laleli, Madra, Malta, Mayadağ, Melek, Mesci, Mescioğlu, Mesciye, Mestçi, Mete, Minisker, Moran, Mörekli, Müftüoğlu, Mutlu, Mısırlı, Mısırlıoğlu, Narter, Nasır, Nazlı, Nevber, Nilli, Növber, Nurtopu, Öder, Öge, Öğet, Öğüt, Öğütmen, Ogan, Öget, Okandan, Okay, Olcay, Ölçer, Olgun, Onbaşıoğlu Onbiner, Öncel, Öncü, Önder, Öndoğan, Onuk, Onur, Önür, Oray, Örer, Ortaç, Oruntak, Osmanoğlu, Oymak, Ötgünç, Özaltan, Özant, Özaral, Özatay, Özbabacan, Özbaydar, Özbel, Özberk, Özbilek, Özbilgin, Özbiricik, Özcengiz, Özçubukçu, Özdal, Özdemirler, Özden, Özdikmen, Özdiren, Özen, Özer, Özerdem, Özeren, Özerman, Özgen, Özgirgin, Özgörener, Özgül, Özkaynak, Özmen, Özmete, Özören, Öztaş, Öztürk, Özver, Pakelli, Pakin, Pakman, Pakerman, Pakoy, Paksever, Paksoy, Pakyüz, Palacan, Pamuk, Payzın, Pekin, Peymançakır, Sağ, Sakarya, Sakaryalı, Saker, Sakman, Saldak, Salma, San, Sancaktar, Sandalcı, Santur, Sargun, Sarp, Sarıdeniz, Sarıer, Satkın, Saygın, Saygun, Seferoğlu, Selem, Seler, Serpen, Serpil, Seval, Sevand, Sever, Sevinç, Seviş, Seyal, Seydi, Seynur, Sezen, Sezerman, Sezgin, Silman, Sirman, Sirmen, Sirmay, Sofyalılar, Solakoğlu, Somay, Somer, Somman, Sonal, Sonant, Soner, Soyarslan, Soydan, Soysal, Subaşı, Sunam, Suner, Suntay, Suntekin, Sunter, Sürel, Süser, Süslü, Susmuş, Susmuşoğlu, Sütmen, Şencan, Şengül, Şensoy, Şahinalp, Şamlı, Şamlıoğlu, Şefkati, Şercan, Şişli, Şuhubi, Tabuman, Talu, Tamel, Tamtürk, Tan, Tanca, Tangüner, Tanır, Tanga, Tangı, Tanju, Tankaya, Tansu, Tarı, Taşbaş, Tegin, Tekant, Temel, Tendar, Tercanlı, Tezcanlı, Tolu, Tamer, Tameroğlu, Togay, Tokay, Toker, Tokses, Tolunay, Toner, Toparlak, Topçu, Topçimen, Töredi, Törüsel, Tuğlan, Tuğlay, Tuğtekin, Tüfekmen, Tuncel, Tuncelli, Tuncer, Tur, Turaç, Tünel, Türedi, Türel, Turhan, Türkölmez, Türüdü, Tüyel, Tüzecan, Uçkan, Uçman, Uğurel, Ulcay, Ülgen, Ülger, Ülkenli, Ulukut, Uluöz, Uluman, Ulusan, Uluskan, Ulusoy, Ulutaş, Ünel, Ünlüsoy, Uras, Ürer, Ürkün, Ürün, Usmangil, Üstüngör, Uşen, Uysal, Üzenli, Veral, Yal, Yalınçetin, Yalman, Yaltı, Yalın, Yasa, Yassıtepe, Yayalar, Yazgan, Yenen, Yeşildal, Yeter, Yılmazer, Yonsel, Yönter Yurtbay, Yuvalıoğlu, Yücesan, Yücel, Yücer, Zadiş, Zeybek, Zeybeker, Zekavet, Zeren, Zorlukol, Zorluuysal (Derleyen: Istanbul SEVI)

Kabala İncelenmesine Giriş - Yazan Dr. William Wynn Westcott

Altın Şafak Hermetik Cemiyetinin üç kurucusu arasında Dr. W.W. Westcott ayrıca Kabala konusunda diğer kurucular, Dr. Woodman ve MacGregor Mathers gibi tanınmış bir uzmandı. Westcott ayrıca Oluşum Kitabı "Sepher Yetzirah"ı İngilizce'ye tercüme etmişti. Westcott ayrıca İngiliz Gül Haç Cemiyeti SRIA (Societas Rosicruciana in Anglia) başkanıydı, Teosofik Cemiyetinin ezoterik okulu ve Framasonluğa mensuptu.
Giriş1. Okült bilimlere açık olan edebiyat, felsefe ve din araştırmacıları eski çağ Rabbinlerinin (hahamlarının) Kabalası üzerinde biraz durmayı deneyebilirler, çünkü din veya inançları ne olursa da, böylelikle sadece bilgi değil, fakat içinde doğdukları ve büyüdükleri veya muhakeme güçleri geliştiğinde yeni uyarladıkları din ve doktrinleri farklı olanlarla karşılaştırdığında yaşam ve insan kaderi konusundaki görüşleri genişler.
2. Bu konuda kazanılacak yarar konusunda emin olarak eski İbrani Kabala doktrinlerine dikkatinizi almak isterim. Bu deruni incelemeye erken yaşta girme şansına sahip oldum ve sonraki yıllarda bu İbrani dini felsefe üzerinde biraz bilgi biriktirebildim ve Gül Haç cemiyetinde üyeliğimle bu konuda bilgim daha da geliştirdim. Ancak Kabalistik kitaplar o denli fazla ve denli kapsamlı oluşu, bir çoğunun sadece Rabbini İbranice veya Keldanice incelenmesi gerekmesi, bu konuda öz güvenimi yirmi yıl öncesi bu yazımın 1888 yılında Hermetik öğrencilerinin bir cemiyetinde konuşma olarak ilk yayınladığım zamana kıyasla azalmasına neden olmuştur. O tarihten sonra Jean de Pauly "Zohar"ın Fransızca tercümesi ve Arthur E. Waite'in "Kabala Edebiyatı ve Tarihi" ("The Literature and History of the Kabalah") yayınlanmıştır. Yine de bu küçük yazının Kabalanın daha kapsamlı eserlerine hakim olmayı zaman bulamayanlar için yararlı olacağı düşüncesindeyim. Gerektiği gibi Eski Ahit'e referans edilmiştir, ancak kasıtlı olarak Yeni Ahit'e veya İsa'nın öğrettiği inanç ve doktrinlere iliştirme yapılmamıştır ve eğer Kabalada iddia edilen Kutsal Üçlem bağlantısını irdelemek isteyen varsa Zohar ii, 43, b ve C.D. Ginsburg'un "Kabbalah"ta bulunan İngilizce'sine danışabilir. WM. WYNN WESTCOTT, M.B., vs.
Kabala 3. İtiraf edilmelidir ki Kabalanın menşei kadim çağların sislerinde kaybolmuştur, hiç kimse onu kimin çıkardığını veya ilk öğretmenlerin kim olduğunu ortaya çıkaramamaktadır. Kökenlerinin M.Ö. 515, İkinci Mabet dönemine bulunan İbrani hahamlara dek indiği konusunda epey kanıt bulunmaktadır.
4. Bu felsefenin, Yahudilerin Babil'de esaret dönemi sırasında Keldani öğretilerinin Yahudi geleneklerine etkileşiminden doğduğu önerilmiştir. Şüphesiz ki, öğreti erken dönemlerinde tamamen sözlü aktarılmaktaydı, bundan dolayı Kabala veya İbranice imla olarak QBLH kelimesi QBL kabul etmek, almaktan anlamına geliyor ve şüphesiz öğreti olarak aktarıldıkça elinden geçtiği kişilerce değiştirilmiştir. Asırlar sonraya dek onun herhangi bir bölümünün yazıya döküldüğüne dair herhangi bir kanıt yoktur. Musa'nın zahiri Pentateuch [Latince Musa'ya atfedilen "Beş Kitap", Tevrat], üzerinde giderek kabaran şerh ve tefsirler ve Mişna ile Gemara'yı içeren Talmud'dan ilginç bir şekilde ayrı tutulmuştur. Bunların Kabalanın derin ve gizemli doktrinlerinden etkilenmeden İbrani teolojide geliştiği gözükmektedir. Benzeri bir şekilde, Hindistan'da ezoterik bir dizi yazıtlar Upanişadlar'ın genel halkın kullanımı için talimatlar içeren zahiri Brahmanalar ve Puranalar ile yan yana geliştiklerini görürüz.
5. Halen mevcut olan en eski Kabalistik kitapların iddia edilen yazılış tarihini reddeden eleştirici araştırmacılar arasında çeşitli tartışmalar sürmüştür ve onlara atfedilen yazarlarının bunları yazamayacaklarını öne sürmüşlerdir. Ancak eserlere bir tarih veya yazar saptamaya gelince, bu aynı eleştirmenler büyük fikir ayrılıkları gösterip birbirleri ile çelişkiye girmektedirler. Yıkıcı eleştiri gerçek bilgiyi elde etmekten çok daha kolaydır.
6. Eski Kabalistik eserlerinin en önemlisine göz geçirelim:
7. "Sepher Yetzirah" veya "Oluşum Kitabı" en eski eserdir ve dini atalardan İbrahim'e atfedilmektedir. Bu eserin bir İngilizce tercümesinin yapmış bulunuyorum, bir kaç baskısı yayınlanmıştır. Bu eser Yaratılış konusunda çok ilginç bir felsefi tema açıklamakta. Dünya, güneş, gezegenler, elementler, insanın kökeni ve İbrani alfabenin yirmi iki harfi arasında bir paralellikten söz etmekte. Harfleri bir triad/üçlü, Heptad/yedili ve bir Dodecad/on ikiliye bölmekte. Üç ana harf A, M ve Sh (Ş) ilksel Hava, Su ve Ateş olarak tanımlamakta; yedi çift harf gezegenlere ve zamanın yedi bölmelere vs.; on iki tek harf ise aylara, Zodyak burçları ve beden organlarına eşleştirilmektedir. Modern araştırmacılar bu eserin mevcut kadim yazıtlarının ilk M.S. 200 tarihinde derlendiğini kabul etmeyi eğilimleri vardır. "Sepher Yetzirah" hem Kudüs, hem de Babil Talmudları tarafından söz edilir. Aynı Mişna gibi Yeni-İbrani dilinde yazılmıştır.
8. İbranice'de ZHR veya ZUHR olarak yazılan "Zohar" veya" Sohar" olarak bilenen "İhtişam Kitabı" veya "Işık Kitabı", Tanrı, Melekler, Ruhlar ve Kosmoloji konularını içeren bir çok farklı metinin derlenmesinden meydana gelmiştir. Kitabın yazarı 160 yılında yaşayan Rabbi Simon ben Jochai'ya atfedilmektedir. Kendisi Lucius Aurelius Verus, İmparator Marcus Aurelius Antoninus'un valisi tarafından zulme uğradı ve bir mağarada yaşamaya zorlandı. Bu eserin önemli bölümleri sözlü geleneklerden derlenmiş olabilir. Ancak başka bölümler şüphesiz zamanla, hatta 1290 yılı civarlarında İspanya, Guadalajara'lı Rabbi Moses de Leon tarafından yayınlandığı zamanda dahi ilave edilmiştir. Yayınlandıktan sonra tarihsel gelişi bilinmektedir. Kitap baskısı Mantua'da 1558 yılında, Cremona'da 1560 yılında ve Lublin'de 1623 yılında çıkarılmıştır; bunlar "Zohar"ın İbrani dilinde yazılı üç ünlü kodeksleridir. İbranice okumayanlara için Zohar'ı etüt etmenin en pratik yolu Baron Knorr von Rosenroth'un 1684 yılında "Kabbala Denudata" başlığı altında Latince'ye yaptığı kısmi tercümeleri ve S. L. MacGregor Mathers tarafından bunların İngilizce'ye tercümeleri olacaktır ("Siphra Dtzenioutha" - "Book of Concealed Mystery" - "Gizli Sır Kitabı"; "Ha Idra Rabba," "Greater Assembly" - "Büyük Meclis"; ve "Ha Idra Suta," "Lesser Assembly," "Küçük Meclis"- Not bu kitabın Giris Bölümü ve Önsöz Bölümü sitemizde yayınlanmıştır). Bu üç kitap, Zohar'ın tonu, stili, içeriği konusunda iyi bir fikir vermektedir, ancak sadece kısmi, bir görüş verir. Zohar'ın diğer metinleri: Hikaloth - Saraylar, Sithre Torah - Kanunun Sırları, Midrash ha Neelam - Gizli Tefsir, Raja Mehemna - İtikatlı Çoban, Saba Demishpatim - Yaşlıların Sözleri, Peygamber Elias ve Januka, Genç Adam; ve Tosephta ve Mathanithan başlıklı notlardır.
9. Şu anda Jean de Pauly tarafından Zohar'ın eksiksiz ve son derece skolastik bir Fransızca tercümesi basılmak üzeredir.
10. Diğer ünlü Kabalistik eserler arasında: Rabbi Azariel ben Menachem'in "On Sephirtoh'un Şerhi", M.S. 1200; Rabbi Akiba'nın "Alfabe"; " Cennet Kapısı" ; "Enoch Kitabı"; "Pardes Rimmonim, veya Nar Bahçesi"; "Tecelliler Üzerinde Bir Çalışma"; Chajim Vital'in "Otz ha Chiim, veya Hayat Ağacı"; Isaac de Loria'nın "Rashith ha Galgulim, veya Ruhların Devri" Isaac de Loria; ve özellikle 1070 yılında ölen ve ayrıca Avicebron olarak bilinen ünlü İspanyol Yahudisi Ibn Gebirol'un yazıları, onun başyapıtı "Hayatın Pınarı" veya "Krallığın Tacı" eseridir.
11. Kabala öğretisi her biri bir süre ünlü olan birkaç okulla sınıflandılılmıştır: 1190 - 1210 yılları arasında Rabbi Kör Isaac, Rabbiler Azariel ve Ezra, ve Moses Nachmanides'in Gerona Okullu. Rabbiler Jacob, Abulafia (ölüm 1305), Shem Tob (ölüm 1332), Akko'lu Isaac'ın Segovia Okulu. Rabbi Isaac ben Abraham Ibn Latif okulu, yaklaşık 1390. Abulafia (ölüm 1292) ve Joseph Gikatilla (died 1300) okulu; ayrıca of Rabbiler Moses de Leon (ölüm 1305), Menahem di Recanti (ölüm 1350), Isaac Loria (ölüm 1572) ve Chajim Vital'in (ölüm 1620), "Zoharistler" okulları. Ünlü Alman Kabalistler arasında John Reuchlin veya Capnio, ikiünlü eser yazmıştır: "De Verbo Mirifico," ve "De arte Cabalistica."
12. Genelde Kabalistler arasında iki meyil vardır: biri tamamen doktrin ve dogma koluna; diğeri de pratik ve mücizevi harikalar işine koyulmuştur.
13. En ünlü harikaları uygulayan Rabbinler arasında ayrıca Ari olarak bilenen Isaac Loria, ve ne garip ki Müslümanlığa dönen Sabatay Sevi idi. Bu her iki Rabbinin çıkardığı okült külliyatının yaşayan temsilcileri vardır. Genelde bunlar dağılmış bireylerdir, inisiye gruplarını bulmak enderdir. Orta Avrupa'da , özellikle Rusya'nın belirli bölgelerinde, Avusturya ve Polonya'da halen Kabalaya atfettikleri garip şeyler yapabilen ve "Harikalar Yapan Rabbinler" olarak bilinen Yahudiler vardır, ve açıklanması çok zor şeylerin İngiliz Kabalistik ritüel ve tılsım öğrencileri tarafından yapıldığı görülmüştür.
14. Eski metinlerle ilgili Rabbini Tefsirlerin çoğu birbirine dolanan o denli kabarık bir Kabalistik külliyat oluşturur ki kavranması neredeyse imkansızdır. Her halde, ülkemizde eski yazmalarda halen saklı olan ne doktrinler bulunduğunu bilen ne bir Yahudi, ne de Hıristiyan vardır.
15. Dogmatik veya Teorik Kabala Tanrı, Melekler ve insandan daha ruhani varlıklar; insan Ruhu çeşitli yönleri ve parçaları; doğum öncesi yaşam, reenkarnasyon ve çeşitli ince alemler ve varlık boyutları konusunda felsefi kavramlar sunmaktadır.
16. Pratik Kabala, Eski Ahit'te her cümle, kelime ve harfi inceleyerek mistik ve alegorik yorumlar getirmektedir. Harf, rakam ve onların karşılıklı ilişki türleri; Gematria, Notorikon ve Temura ilkeleri; ilahi ve meleksel isimlerinin tılsımlara uyarlanması; sihirli karelerin (vefkler) hazırlanması; ve sonradan ortaçağı majisinin temelini oluşturacak çeşitli konulara giren çok kapsamlı bir külliyat.
17. Belirli bir Kabalistik eseri okumak yerine, onun felsefesi konusunda genel bir fikir edinmek isteyenler için mevcut üç standart eser vardır. Bunlardan ikisi İngilizce'dir, biri Dr. C. Ginsburg, 1865 yılında yayınladığı eserdir. Bu doktrinlerinin resmi ve kapsamlı bir özetidir. Diğeri Arthur E. Waite'in [ A.E. Waite önemli bir Altın Şafak üyesiydi]1902 yılında yayınladığı mükemmel "Kabalanın Doktrin ve Edebiyatı" ("The Doctrine and Literature of the Kabalah") eseridir ve ayrıca Fransızca olarak Adolph Franck'ın 1889 yılında yayınladığı eser vardır. Ancak bu daha çok betimleyici özelliktedir ve ayrıntılara pek girmez.
18. İbrani sistemde Hint dini felsefesinin birçok noktalarına değinmemektedir veya farklı mahiyeti oluşundan dolayı dışlanmaktadır. Örneğin, yok edilen Dengesiz Güç Alemlerinden başka alemlerin kozmolojisine pek değinmektedir; sarsılmaz Karma yasası göz alıcı bir özellik değildir; reenkarnasyon öğretilir, ancak yeniden doğuş genelde üçe yaşama sınırlıdır.
19. Kabalistik doktrinin küçük bir parçası Yahudi Talmud'da bulunmaktadır, ancak bu metinlerde gerçek Kabala'da bulunmayan biraz kaba bir anlayış vardır; örneğin insanların önceki yaşamların günahlarından dolayı hayvan biçimlerinde veya erkeklerin kadın olarak yeniden doğmaları gibi.
20. Unutmamak gerekir ki birçok doktrin birkaç Rabbinin öğretileriyle sınırlıdır ve belirli bir konuda eski bir doktrin ile yeni bir doktrin arasında bazen büyük farklar ortaya çıkmaktadır, bu değişik devir ve okulların Rabbinlerin Kitaplarında açıkça görülmektedir. Bazı Kabalistik öğretiler daha hiç basılmamıştır ve günümüze dek sadece mürşitten müride aktarılmıştır. Hiç bir İbrani kitapta bulunmayan ve Gül Haç ve Hermetik Localarda öğrettiğim konular da vardır. Bu eski İbrani kitapların dikkatli bir incelemesi bazı dogmaları sadece layık olan öğrencilerle sınırlamak, bilinçsizce yayılıp cahil veya çıkarcı kişilerden istismar etmelerini önlemek amacıyla bazı kasıtlı "perdeler"in konulduğu göstermektedir.
21. Kabalistik doktrin külliyatına herhangi bir önemli ilave konulmadığı yaklaşık olarak iki üç asır geçmiştir. Ancak bundan önce felsefi temayı açıklamak veya uzatmaya yönelik uzun bir şerh ve tefsir silsilesi üretilmiştir.
22. Daha önce belirttiğim gibi Kabalanın ne zaman bir somut bütün ve felsefi sistem olarak ilk oluştuğu belki de hiç bir zaman ortaya çıkmayacaktır, ancak eğer onun İbrani dinin Ezoterizmi olarak kabul etsek, ki bunun doğru olduğunu inanıyorum, esas öğretileri şüphesiz Jehovah, Yahveh ibadetinin esas ilkelerinin çıkışına yaklaşık olarak eş zamanlı olması gerekir.
23. On iki kavimin oluşu tarihi bir gerçek olup olmadığını veya Musa ve hatta Kral Sülyeman'ın bile gerçekten varolup olmadıklarını tartışan bazı şüpheci araştırmacıların iddialarına göze atmaya çaba göstermeyeceğim [Bu yazının hazırlandığı zamandan geçen bir asır süresince arkeolojik bulgular eski ahit tarihinde geçen birçok olayın doğruluğunu saptamıştır]. Bu çalışmamızın maksadı açısından, Yahudi ulusun, İkinci [Süleyman] Mabedin zamanında (M.Ö. 536) Asya hakimi Kirus'un, M.Ö. 587 yılında [Babil] Kral Nebuchadnezza tarafından zorla tutsak edilen bazı Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve İbrani dinini icra etmelerine izin verdiğinde Yahveh teolojisi, bir rahip sınıfı sistemi ve elle tutulur bir doktrinleri olduğu yeterli olacaktır.
24. Kudüs'e bu dönüşten sonra, M.Ö. 450 yılında Ezra ve Nehmeniah, İbranilerin Eski Ahitlerini edit edip derlediler veya Musa'nın Tevrat'ı yazdığını ve Kral Süleyman hükümdarlığını inkar edenlere göre o zaman Pentateuch'ı [Latince 5 kitap, Tevrat, Torah] yazdılar.
25.Yenilenmiş din, Kudüs'ün Ptolemy Soter tarafından işgal ettiği, ancak Yahudi dinin temellerini yıkmadığı M.Ö. 320'ye dek devam edebilmişti. Hatta, halefi Ptolemy Philadelphus yaklaşık olarak M.Ö. 277 yılında İbrani metinlerin revize edilmelerine ve yetmiş iki alim tarafından Grekçe'ye tercüme edilmelerine sağladı. Bu tercüme asırlardır Eski Ahit'in Septuagint uyarlaması olarak bilinmektedir.
26. Bundan sonra Yahudilerin üzerilerine başka belalar geldi ve Kudüs M.Ö. 170 yılında Antiochus tarafından işgal edilip yağma edildi. Bunu Makkabilerin uzun savaşları takip etti ve Romalılar Judai, Yudeya'yı işgal ettiler. Sonra Yahudilerle çekişen Pompey şehri işgal etti ve kısa süre sonra M.Ö. 54 yılında Romalı general Crassus tarafından yağma edildi. Yine de Yahudi dini muhafaza edildi ve İsa'nın yaşadığı devirde bütün dini kutlama ve bayramların bulunduğunu görüyoruz. M.S. 70 yılında sonradan Roma İmparatoru olan Titus tarafından Kutsal Şehir işgal edildi, yağmalandı ve yakıldı.
27. İbrani Eski Ahit bütün bu çilelere rağmen muhafaza edildi, ancak kaçınılmaz olarak birkaç eserine birçok değişiklik ve ilaveler olmuştur. Bir rahip sınıfı silsilesi tarafından aktarılan halka sunulan Eski Ahit'e dahil edilmeyen daha ezoterik öğretiler de değişik öğretmenlerin etkileriyle değişime uğramış olabilir.
28. Bu devreden kısa bir süre sonra Eski Ahit kitapların ilk şerh ve tefsirleri dizileri hazırlanıp günümüze dek gelmiştir. Bunların arasında en eskileri yaklaşık olarak M.S. 100 yılında yazılan "Kanun" üzerinde "Targum of Onkelos" ve "Peygamberler" veya "Nebiler" üzerinde Jonathan ben Uzziel'in eseridir.
28. Yaklaşık olarak M.S. 141 yılında Judai'lı Rabbilerin ünlü eseri "Mishna" yazıldı ve "Talmud" denilen çok kapsamlı ve kabarık İbrani doktrinlerin derlemesine temel oluştu. Bunların iki versiyonu vardır, en önemlisi Babil'de ve diğeri Kudüs'te derlenmiştir. Esas "Mishna"ya Rabbiler "Gemara" denilen tefsirleri ilave ettiler. Bu zamandan itibaren Judai literatürü epey genişledi ve en azından 1500 yıla dek dini eserler çıkaran bir sürü İbrani Rabbin vardı. İki Talmud ilk kez Venedik'te 1520 ve 1523 yıllarından sırayla basıldılar.
29. Eski Ahit kitapları Yahudiler için asırlardır yön verici bir meşale olmuştur, ancak bilgili Rabbinler sadece bunlarla yetinmediler ve onları iki paralel literatür dizisiyle takviye ettiler. İlki Talmud'a dayalı olarak Eski Ahit'i açıklamak ve halkı eğitmek üzere Musa tarafından verilen On Üç Tartışma Kuralı'nın tefsiridir, diğeri ise gizli doktrin ve ezoterik anlamlarını açıklamaya yönelik uzun, daha karmaşık ve derin bir metindir. Oluşum Kitabı, Sepher Yetzirah ve İhtişam Kitabı, Zohar, eski Rabbinlerin ehil olduklarından övündükleri ve hatta Tanrının Musa'ya rahiplerin halka ifşa edilen yazılı kanundan ayrı olarak, ifa etmeleri için verdiği "Gizli Bilgi" olduğunu dahi iddia ettikleri sözlü geleneğin özü, cevheri temsil etmektedir.
30. Kabalanın başlıca ilkelerinden biri de, ruhsal bilgeliğin On Sayı ve Yirmi İki Harften oluşan Otuz İki Yoldan elde edildiği kavramıdır. Bu On Sayı, İlahi Tecelli, Sephiroth'u,Yüksek Ana, Binah'ın Büyük Denizi, Kristal Denizin Kutsal Sesler Korosunu simgeler. Üç esas Element, Yedi Gezegen ve güneşin yıllık seyrinde beşeri yaşama yön veren semanın On İki Zodyak etkisi ile Evrenin, Doğanın Yirmi İki okült gücü simgeler. "Sepher Yetzirah" tercümemin sonunda Otuz İki Yolun adları ve açıklamalarını vermiştin.
31. Kabala ve Ortodoks Yahudilik arasındaki bağın göstergesi, Rabbinlerin Eski Ahit kitaplarını ruhsal yaşamın kültürü için Yirmi İki (harfler) diziye sınıflandırdıklarını görüyoruz. Bu sınıflandırma Eski Ahit'in otuz dokuz kitabından on iki ikincil peygamberin kitaplarını bir diziye; Rut'u Hakimler'e; ve Ezra'yı Nehemya'ya ilave ederek, ve ikişer kitaptan oluşan Samuel, Krallar ve Tarihler kitaplarını birer kitap sayarak elde ettiler. Otuz dokuz kitap Ezra'nın zamanında saptanmıştı.
32. Kabalayı açıklayan kitaplara dönersek, onların atfedilen kökenlerinin doğruluğu, otantikliği ne olursa da, kadim eserler Sepher Yetzirah ve Zohar'ın mesafeli görüşlü bir kozmolojiyi ima eden, açık ve berrak bir ruhsal felsefe içerdikleri reddedilemez ve teolojik bir doktrin külliyatını kuran özel bir adın onuruna layık görülmeli - Kabala.
33. Umumi İbrani dininin esas dayanağı ve temeli her zaman Yahveh'in (Jehova) seçilmiş halkına ifşa ettiği Kanunları beyan eden Pentateuch, Musa'a atfedilen beş kitap olmuştur. Bu kitaplarla başlayan Eski Ahit, tarihi kitaplar, peygamberlerin şiirsel öğretilerini içeren kitaplar takip etmiştir, ancak birçok bölümler maddi ve dünyevi özellikler hakimdir ve Büyük Din kitaplarında beklenen ruhsal tertip yoksunluğu gözükmekte, hatta bazen günümüzün ahlaki değerlerle çakışmaktadırlar.
34. 3000 yıl önceki bir küçük ulusa hayati önem taşıyan Musevi Kanunları hijyen hususlarını düzenlemeye yönelik çok sayıda ayrıntılı kurallar getirmiştir, ancak hatalı kullara karşı çok kıyıcı cezalar ve acımasız muamelelerde bulunmaktadır. Oysa, bunlar modern görüşe göre milyonlarca dünyalarıyla Evreni Yaratan bir Tanrıdan tecelli edilecek şeylere pek uymuyor. Ayrıca, ölüm sonrası bir beşeri yaşamdan neredeyse hiç söz edilmemesi, İsa'dan gelecek yeni ifşaları gerekli kılan bir maddecilik göstermektedir. Oysa, muhafazakar İngilizler bu sözleri kuşkuyla bakıyorlar, ancak onlardan Eski Ahit'te ölüm sonrası yaşam veya ruhun ıslahı için bir dizi yaşamdan geçmesi ve ruhun ölümsüzlüğü açıklayan bir metini göstermeleri istenildiğinde onları bulamazlar ve papazların: "Eğer açıkça konmamışsa da ima edilmektedirler" demeleri ile yetinmektedir. Ancak gerçekten öyle mi? Eğer öyleyse nasıl oluyor da modern bir yazar şunu söyleyebilmiştir: "Eski Ahit'e refah iyi işlerin ödülüydü, oysa Yeni Ahit'e ödül geçimsizliktir"? Bu sadece gelecek yaşam olmadığında veya Eski Ahit'te düşünülen ödül ve cezalandırma yoksa mümkün olabilirdi.
35. Ancak bu gözlem doğrudur ve Eski Ahit'te insanın hayvan kadar ölümlü olduğunu öğretmektedir, örneğin (Vaiz/Ecclesiastes, iii. 19): "Çünkü adem oğullarının başına gelen, hayvanların başına gelir; ve başlarına gelen şey birdir; bu nasıl ölüyorsa, öteki de öyle ölüyor; hepsinin bir soluğu var; ve adamın hayvana üstünlüğü yoktur; çünkü hepsi boş. Hepsi bir yere gidiyorlar; hepsi topraktandır, ve hepsi yine toprağa dönüyorlar... Ve gördüm ki, adamın kendi işlerinde sevinçli olmasından daha iyi bir şey yoktur; çünkü onun payı budur; çünkü kendisinden sonra olacak şeyi görmek için onu kim geri getirecek?" Kendi Ego, Ruh veya Yüksek benliğinden başka kim olabilir.
36. Ancak belki de bu kitap adı şanı belirsiz bir Yahudi veya yarı Keldani veya Babil'linin kaleminden çıkmıştır. Bu hiç de öyle değil, zira bütün Yahudi alimler bu kitabı Yahudilerin en görkemli döneminin kralları Süleyman'a atfediyorlar. Eğer ruhun ölümsüzlüğü Halkın anlayışına açık olan Yahudiliğin özünde varsa, o zaman Süleyman bunu o denli kaba bir şekilde inkar etmezdi.
37. Yine de, Tekvin'de Yaratılışın öyküsüne baktığımızda aynı hikayeyi görürüz. Hayvanlar topraktan yapılmıştır, insanlar topraktan yapılmıştır, Havva Adem'den yapılmıştı ve her birinin sureti içine hayat nefesi "Nephesh Chiah" (Nefes Hiyah), can üflendi. Ancak, Adem'in bir süre içinde barınacak, deneyim kazanacak, ıslah olacak, sonradan farklı bir gelişim evresine geçecek ve nihai olarak İlahi kaynağa dönecek Yüce Zeka'dan bir Işın aldığına dair herhangi bir ima yoktur. Ancak, onlar her kimse, bu eserlerin yazarları, insanın daha yüksek bir tarafı, Ruh Varlığı olduğu konusunda herhangi bir kavramdan yoksun olmaları herhalde olası değildir. Eleştirel görüşe göre belirli bir dönemde dini felsefe Eski Ahit'ten çıkarılmış ve imtiyazlı bir sınıfa ayrılmıştı. Bu durumda halka kabulü için sadece katı ve kesin kanun ve gelenekleri içeren dış katmanı kalmıştı. Dini kitap olarak Eski Ahit'te yoksun olan ruhsal felsefe Kabala'nın esas özü olabilir; zira bu Kabalistik dogmalar İbrani'dir, ruhsal ve görkemli bir yüceliğe sahiptir. Eski Ahit onların ışığında okunduğunda bir ulusun kabulüne layık bir eser olmaktadır. Burada Kabalanın öz esasları ve kadim alt-temelinden söz ediyorum. Kabul ediyorum ki bir çok mevcut eserde bu asli hakikatler asırlarca derleyiciler, düşsel ve çoğu zaman kaba ilaveler ve şarklı imajlar tarafından örtülmüştür. Ancak bütün bunların ardından saklı bir İlahi Gücün kilit ilkeleri, onun tezahür eden Tecellileri, insan yaşamı diriltmesi, ruhların öte yaşamları, dünyevi yaşamın faniliği burada tam anlamıyla açıklanan temel doktrinlerdir ve bu Yahudilerin Kabalası ve sözde doğunun ezoterik Budizm ve Hinduizm öğretileri arsındaki temas noktalarıdır.
38. Olası olarak Protestan kilisesinin koptuğu Katolik kilisesi ilk başında Kitabi Mukaddes'in kasıtlı dışrek, zahiri mahiyetinin sırrına ve çoğu kez aslında alegorik içerikli tarihi olaylar kapsayan Yahudi kitapların gerçek manalarına varmanın anahtarı olarak Ezoterik Kabalayı anlamanın ruhban sınıfı ait yöntemine vakıftı. Eğer bunu kabul edersek, asırlardır Katolik kilisesi neden ruhban sınıfının haricindekilerin Eski Ahit'i irdelemelerine karşı caydırıcı tavır aldıklarını açıklar. Ayrıca bu Protestanların hırçın rahip sınıfının Reformasyonu ile birlikte ruhban sınıfı haricindekilerin Eski Ahit kitaplarını okumalarını teşvik etmekle hatta işlediklerini ima eder.
39. Musevi ve diğer Eski Ahit kitapları sürekli bir şekilde zalim ve kıyıcı sistemleri desteklemek için kullanılmıştır. Bunun dikkat çekici bir örneği, yüz yıl önce kadar yakın bir zamanda cereyan etmiştir ve Protestan ülkelerin rahipleri oybirliğiyle Yahudilere zorunlu olan Yahweh kanunlarına dayanarak köle ticaretinin devam etmesini desteklediler.
40. O zamanlarda çoğu kez serbest düşünürler ezilen ve zülüm gören ırkları kollamaktaydı ve asırlardır en bilgeli insanlar, en büyük bilim adamları İbrani yazıtlardaki talimatlar, iddialar ve öykülere atfedilen yanılmazlığı karşı verdikleri mücadelelerde hep başarıdan başarıya koşmuşlardır.
41. Eski Ahit bir bakıma binlerce Hıristiyan'ı bir arada tutmaktadır, zira İsa doktrinini Yahudi halkının doktrinleri üzerine inşa etmiştir, ancak günümüzde türeyen sonsuz Hıristiyan mezhep ve fırkaların hemen hemen hepsi Kitabi Mukaddes'e kendi kişisel yorumlarını katma hakkını iddia ederek ortaya çıkmıştır, oysa bu kitabın tefsir anahtarları kayıp veya en azından eksiktir ve onların yardımı olmadan kritik hatalar olacağı kaçınılmaz olduğu bilinse, her kafasına esen onu yorumlamaya kalkışamaz.
42. Kitabi Mukaddes'in farklı yorumlarının muazzam birikintisi abes, fuzuli ve beyhude olmasına rağmen, önem arz etmektedir, çünkü yüzlerce mezhep ve fırkanın takipçileri kendilerine sadece kişisel yorum hakkını değil, aynı zamanda kendi dışında olanları kınama hakkına da el koymuşlardır -- sanki Kitabi Mukaddes için iddia ettikleri yanılmazlık kendi kişisel propaganda veya kilise servisleri üzerine yansıması elzemdir. Dini hoşgörüsüzlük her kasabayı lanetlemiştir ve başkalarından kendilerini farklı sayarak kendi dar çevrelerinin dışındakileri eleştirmek, hatta zulmetmek veya cehenneme havale etmek hemen hemen hepsinde yaygındır.
43. Mistikler, Okültistler ve Teosofistler bütün dinlerin ortak temel ve kökenini göstererek mevcut müşterek aydınlanma olasılığını açıklamakla gerçekten büyük ve iyi bir hizmet sunuyorlar. Hoşgörü ve müşterek takdirle çok iyilik doğabilir, ancak dincilerin ayrışmacı mücadeleleriyle bütün inançlar zarar görür ve din, hoşgörüsüzlük, çekişme ve kibirlik anlamına gelen farklı isim olur. Hırslı bir fırkacının göstergesi ve işi artık, İsa'nın "Yargılamayın ki, siz de yargılanmayın" sözüne tam ters düşerek, başkalarının eforlarını kınamaya her an hazır olmasıdır.
44. Yahudilerin bir tarikatı, Saddusilikten gelişen bir kol Caraites tarih boyunca Kabalayı reddetmişlerdir ve ülkemizin [İngiltere] günümüzdeki İbrani hahamları pratik Kabalayı izlememektedirler ve Dogmatik Kabalanın doktrinlerini kabul etmemektedirler. Diğer yandan, bir çok ünlü Hıristiyan yazar Dogmatik Kabalaya karşı çok sempati ifade etmiştir.
45. M.S. 420 yılında ölen St. Jerome "Marcella'ya metup"ta On Sephiroth'a atfedilen bütün Kabalistik İlahi isimleri vermektedir. Diğerleri arasında Raymond Lully, 1315; Dördüncü Papa Sixtus, 1484; Pic de Mirandola, 1494; Johannes Reuchlin, 1522; H. Cornelius Agrippa, 1535; Jerome Cardan, 1576; Gulielmus Postellus, 1581; John Pistorius, 1608; Jacob Behmen, 1624; ünlü İngiliz Gül Haç mensubu Robert Fludd, 1637; Henry More, 1687; ünlü Jesuit Athanasius Kircher, 1680; ve Knorr von Rosenroth, 1689, vardı. Bunlara ayrıca Eliphaz Lévi ve Edouard Schuré, ikisi de Okült Bilimler üzerinde modern Fransız yazarlarıdır, ayrıca İngiliz yazarlar Dr. Anna Kingsford ve Edward Maitland ilave edilmelidir. Ünlü Alman filozof Spinoza, 1677, Kabala öğretilerine çok önem vermiştir.
Pratik Kabala46. Dogmatik Kabaladan önce Pratik Kabalayı ele alalım. Teorik Kabaladan önce gelişi, belki de ilk başta Pentateuch'un her cümle, kelime ve harfinin İlahi İlhamdan kaynaklandığı ve en ufak zerresinin ihmal edilmemesi gerektiği kurama dayan bir inceleme içermesinden kaynaklıyordur. Rabbinler her kelime ve hafi saydılar ve sayıları harfleriyle temsil edildikleri için, bütün Tanrı isim ve sıfatların, ayrıca ilahi emirleri içeren bütün sözleri sayısal değerlerini hesapladılar.
47. İbrani harfleri ve sayılar şöyledir :
















































































































Aleph



A



1



Beth



B, V



2



Gimel



G, Gh



3



Daleth



D, Dh



4



Heh



H



5



Vau



O, U, V



6



Zayin



Z



7



Cheth



Ch [H, Ç]



8



Teth



T



9



Yod



I, Y



10



Kaph



K, Kh



20



Lamed



L



30



Mem



M



40



Nun



N



50



Samekh



S



60



Ayin



Aa, Ngh



70



Pe



P



80



Tzaddi



Tz



90



Qoph



Q [K]



100



Resh



R



200



Shin



Sh [Ş]



300



Tau



T, Th



400



48. Ayrıca birkaç son harfi vardır, son K, 500; son M, 600; son N, 700; son P, 800; ve son Tz, 900. İlahi İsim Jah, JH'ın sayısal değeri 15'dir ve 15 her zaman genel kullanımda 9 ve 6, ThV, Teth ve Vau. ile temsil edilir.
49. Kabalistik Rabbinler Eski Ahit'in kanun kitapları "Torah"ın sözlerini yaşamda uygun davranış bilgisine bir kılavuz ve Sinagog ve evde uygun okunacak metinler olarak tanımlardı. Ancak her söz, öykü, kanun ve olayın ayrıca daha derin mistik bir anlam taşıdığını ve bunların Gematria, Notorikon ve Temuria kurallarına göre hesaplama, çevirme, devşirme ile bulunabileceğini iddia etmişlerdi. Bu uygulamadan ilki Grekçe, ikincisi Latince ve Üçüncüsü İbranice kelimedir ve MUR kökünden TMURH, devşirme anlamına gelir.
50. On yedinci asrın en önemli Rabbini, Menasseh ben Israel, Musa kitaplarını insan bedenine, Mishna adındaki tefsirleri ruha, Kabala ruhun özüne benzetmiştir: "cahil insanlar ilk olanı irdeleyebilirler, bilgili olanlar ikinciye, ancak en bilgeli olanlar tefekkürlerini üçüncüye yöneltirler."Kabalistleri, kutsal yazıtlarda yaygın sırlara erişim sağlayabilecek on üç kuralla sahip ilahi teologlar olarak tanımlamıştır.
51. Birçok Kabalist doktrin ve metotlarının ilkel insanlara Cennetten Melekler tarafından indirildiğini iddia ederler ve Pentateuch'in ilk Dört Kitabın anlatılan tarihleri ve ifşa edilen kanunların dışında özgün doktrinlerini de içerdiğini inanırlardı.
52. Zohar şöyle der: "Eğer Torah'ın bu kitapları sadece Esau, Hagar, Laban ve Balgaam hakkında öyküler ve söyledikleri sözleri içeriyorsa, neden onlara "Mükemmel Kanun, Hakikat Kanunu, Tanrının Hakiki Şahidi" denilir -- gizli bir anlamı olmalıdır. "Kanunun (Torah) sadece basit deyişler ve masallar içerdiğini söyleyen insana yazıklar olsun. Eğer bu doğru olsaydı, zamanımızda bile daha saygın bir doktrin kitabı derlerdik. Oysa olay farklı, her kelimenin ilahi bir manası vardır ve semavi bir sırdır. Kanun bir meleğe andırır, burada bilinmesi ve anlaşılması için ruhsal bir melek bir kılıfa bürünmelidir, aynı şekilde, Kanun insanların kabul etmeleri için bir beden olarak kelimelerden oluşmuş bir kılıf giymiştir, ancak bilgeli olanlar kılıfın, kıyafetin içine bakarlar."
53. Belirli dönemlerde hem basit Yahudi ve hatta Hıristiyan Pederler/Öncüler de kutsal yazıtların hem harfi, hem de mistik anlamları olmaları konusunda benzeri bir beyanda bulunmuştur. Talmud'un "Sanherin" kitabında Israel Kralı Manasseh, Musa'nın cariye Timnah ile adam otlarıyla Raşel hikayelerinden daha değerli anlatabileceği bir şey olup olmadığını sorduğunda, Musa bu hikayelerin içinde saklı anlamlar olduğunu açıkladı.
54. Hıristiyan Öncü Origen (M.S. 253), "Homilies"inde herkesin dünyanın altı günde yaratılması, bitkilerin Tanrı tarafından ekilmesi gibi hikayeleri arkasında daha derin manalar saklı mecazi anlamda görmeleri gerektiğini yazmıştır. Origen manalara üçlü bir anlam kabul etmişi - bedensel, psişik ve ruhsal, veya kutsal metinlerin bedeni, ruhu ve özü.
55. 1340 yılında ölen Nicholas de Lyra, dört yorum yordamı kabul etti: harfi, alegorik, ahlaki ve batıni veya mistik.
56. Bu görüş Zohar'daki temayı yakın bir şekilde izlemektedir. Zohar ii. 99'de Kutsal Kanun sevgilisine kendini açan aşık bir kadına benzetilir. İlk kez bunu işaretlerle (ramaz), sonra fısıltılarla (derush), sonra yüzü peçeli konuşmayla (hagadah) ve sonunda yüzünü açarak aşkını beyan eder, bu da sod'dur, gizlilikte iletişim, sır.
57. Merhum Dr. Anna Kingsford ve Edward Maitland, sürekli olarak İbrani metinlerin arkasında gizli anlamların saklı olduğunu ısrar eden dikkate değer Kabalistlerdi. Merhum H.P. Blavatsky kadim dinlerdeki gerçek kadim kutsal metinlerinin yedi düşünce düzeyinde açıklamaya tabi olduklarını söylerdi.
58. Kabalistler normal ve sonlu biçimi ile her İbrani harfte derin anlamlar bulmuşlardır. Ayrıca büyük harf, yanlış yerleşmiş harfler ve olması gerektiğinden farklı imlalı kelimelerde sırlar bulmuşlardır. Değişik zamanlarda Tanrıyı Aleph, A; veya Yod, I, veya Shin, Sh, Nokta, daire içinde Nokta, hatta üçgen ve on yod'da oluşmuş bir Dekad ile temsil ettiler.
59. GEMATRIA, belirli bir sayısal değeri olan bir kelimenin, aynı sayısal değeri taşıyan başka bir kelimelerle ilintili olduğunu kabul eden bir yorumlama metodudur. Böylece belirli sayılar birkaç fikri temsil etmektedir ve bunlar birbirini yorumlayabilir olduğu düşünülmektedir. Örneğin, "Mesih", Messiah, MShICh olarak yazılır ve sayısal değeri 358'dir ve IBA ShILH, Shiloh gelecektir ile aynı sayısal değerle taşır, dolayısıyla Tekvin 49 V, 10, Mesih konusunda bir kehanet olarak kabul edilirdi. Ayrıca NChSh, Nachash, "Musa'nın Yılanının" değeri de 358. Shin (Şin), Sh harfinin değeri 300 olduğu için bir kutsal amblemi haline gelmiştir, zira RUCh ALHIM, Ruach Elohim, "Yaşayan tanrının Ruhu" aynı sayısal değerdedir.
60. NOTORIKON, veya kısaltma iki şekildedir, birinde bir veya birkaç kelimenin ilk ve son harflerinden bir kelime oluşturulur; ikincisinde tek bir kelimenin harfleri alınır, harflere ek harfler eklenir ve bundan bir cümle üretilir. Örneğin, Tesniye 30 V. 12: "Musa sorar, kim bizim için Cennette çıkar?" MI IOLH LNV HShMILH, bu cümledeki kelimelerin ilk harfleri sünnet anlamına gelen MILH, mylahkelimesini oluşturur ve son harfleri IHVH, Yahweh, kelimesini oluşturur: dolayısıyla sünnet Tanrının gösterdiği cennet giden yolun bir özelliği olduğu önerildi.
61. Amen, AMN'in baş harfleri "Adonai melekh namen", "Efendi ve itatkar Kral" oluşturur. Rabbinlerin tılsımlarında kullanılan ünlü güç kelimesi AGLA,"Ateh gibur leolam Adonai," "Ebedi Güçlü Efendi" (veya Tu potens in saeculum Dominine) baş harflerinden oluşmuştur.
62. TEMURA daha da karmaşık bir yöntemdir ve çok sayıda ilginç divinasyon (kehanet) yöntemine yol açmıştır. Bir kelimenin harfleri belirli kural ve sınırlar içerisinde devşirir, veya çoğu kez bir diyagramla gösterilen belirli bir şemaya göre bir kelimenin harfleri başka harflerle değiştirilir. Örneğin, yaygın bir form alfabenin yarısını ters sırada diğer yarısı üzerine yazmaktı. Böylece ilk harf A, son harf T ile yer değişir, B harfi Shin (Ş) harfi ile yer değişir vs. Bu uygulama ile Yeremiah 25 v. 26'da Sheshak kelimesi aslında Babil anlanımına geldiği söylenir. Bu permütasyon ATBSh, atbaş olarak bilinir. Bu ilkeye bağlı olarak diğer başka yirmi bir olası biçim görüyoruz, sırasıyla Albat, Abgat, Agdat: tam diziye "Tziruph bileşimleri" denilir. Diğer biçimler: rasyonel, sağ, ters ve düzensizdir ve her yönü 22 hücreden oluşmuş, 484 hücreli bir dik dörtgen meydana getirirler. Sonradan hücrelerin içine aşağı ve yukarı serisine göre harfler dizilir ve yandan veya çapraz olarak vs. okunur. Bu türe Mark Masonların "Dokuz Hücre Kabalası" denilir.
63. Sayısal sanatların diğer bir uyarlaması Kısaltma ve Uzatma biçimlerinde gözükmektedir. Böylece Jahweh, IHVH 26, uzatılarak VD-HA-VV-HA elde edilirdi, ve 10, 5, 6, 5 veya 26 yerine 20, 6, 12, 6 veya 44 elde edilirdi. Zain, Z.7'yi uzatarak 1, 2, 3, 4, 5, 6 ve 7 veya 28 elde edilirdi; veya 28 da 2 artı 8 veya 10 olurdu. Tetragrammaton, Yahweh 26 aynı zamanda 2 artı 6 veya 8 olarak görülürdü: dolayısıyla El Shaddai, Kudretli Tanrı, AL ShDI, 1, 30, 300, 4, 10, veya 345'e elişti, ama ayrıca 12 ve 3'e, bir üçlem. İlginç bir hesaplamam yorumunda yola çıkarak Tevrat'a söz edilen Abram adının Abraham'a [İbrahim] değiştirilmesini ele almaktadır, ilk başta Abram ABRM ve Sarai ShRI, ABRHM ve ShRH oldu: onların yaşları 100 ve 90'dır ve kısırdılar: şimdi H, Heh, bereketli bir harf sayılıyordu, ve dolayısıyla H harfi ABRAM'e ilave edilmişti, Sarai'daki ve Yod I, H'a çevrilmişti.
64. En eski "Sepher Yetzirah"ta gezegenlere atfedilen bir dizi harf bulunmaktadır. Bu kaynaktan parşömene yazılan, pirinç veya taşlara kazılanbir tılsım hazırlama yöntemi geliştirildi ve her gezegenin bir harf ve sayısı olduğu için, her gezegen için bir belirli sayıda hücreleri olan kareler, vefkler hazırlandı. Dolayısıyla, Jüpiter'in sayısı 4, ve harfi Daleth idi ve Jüpiterin vefki içinde 16 küçük kare, hücre içeriyordu. Her birine 1'den 16'ya bir sayı yerleştiriliyordu, böylece her satır toplandığında 34 sayısını veriyordu ve sayıların toplamı 136 idi.
65. Hazırlanan her tılsım onu kutsamak için en azından bir Tanrı İsmi içeriyordu. Dikkate değer İsimler arasında IH, Jah; ALH, Eloah; then IHVH; ve sonra önemli 42 harfli İsim, ki aslında Aheie asher aheie (Ben benim) Jah, Jehuiah, Al, Elohim, Jehovah, Tzabaoth, Al Chai ve Adonai.
66. Shemhamphorash, ve Ayrıştırılmış İsim, önemli bir Güç Kelimesiydi; Üç çarpı 72 harften oluşarak Çıkış XIV'nin 19., 20. ve 21. mısranın kelimelerinin harfleri alınarak 19. mısranınkiler doğru sırdan, 20. ters ve 21. doğru sıradan yukarıdan aşağı yazılmışlardı. Böylece 72 harften oluşan üç sıra ortaya çıkmıştı ve bu sıralar yandan okunduğunda her biri üç harften oluşmuş 72 kelime ortaya çıkmıştı. Bunarlın arkalarına Al veya IH koyarak dünyadan cennete çıkan Yakub'un merdiveninin 72 melek adları oluştuğu farz edilirdi. Sonradan bu adlar madalya veya parşömen ruloların ön ve arka yüzlerine yerleştirilirdi ve 36 tılsım ortaya çıkardı.
67. Bazı Kabalistlere göre, Kral Davut ve Kral Sülyeman Kabalistik Majikal Sanatlar ile harikalar yapabiliyorlardı. Pentagram Sülyeman'ın mührü ve Heksagram Davud'un kalkanı olarak bilinirdi. Pentagramın köşelerine Ruh ve Dört Element atfedilmişti ve Heksagramın köşelerine Gezegenler atfedilirdi. "Sülyeman'ın Anahtarı" olarak bilnen eser tabii ki ortaçağda yazılmıştır ve gerçek Kral Sülyeman ile ilgisi yoktur.
68.İbrani harfler ayrıca tarotun yirmi iki arkana major'u ile iliştirilmektedir. Bu kartların divinasyon (keghanet) için kullanımı oldukça yaygındır. Güney Avrupa çingeneler bu kartları fal bakmak için kullanır. Fransız yazar Court de Gebelin (1773-1782) arkana major kartlarını Kadim Mısır'ın majisinden kaynaklanan mistik semboller olarak kabul etmiştir. Okült bilimler her karta bir Sayı, bir Harf ve doğal bir nesne veya güç tahsis eder: Gezegenler, Zodyak burçları, elementler vs. Derlediğim "Arkana Major Tarot'un Sanctum Regnum" eserine başvurabilirler.
69. "Papus" takma adı altında yazan Paris'li Dr. Encausse, ayrıca Tarot konusunda bir kitap yazmıştır, ancak kartlara eşleştirmiştir, ancak bu tekabülleri Gül Haçlılar yanlış bulmaktadır.[Westcott'un kastettiği Altın Şafak Hermetik Cemiyetinin tarot tekabülleri başka bir yazıda verilecektir]
70. Bildiğim kadarıyla, Kabalanın bir majikal sanat olarak uygulanması sadece Polonya ve Rus Rabbinlere, ve ayrıca Hıristiyan oldukları halde bazılarının sürekli Kabalistik tılsımlar giyen ülkemizde birkaç okült öğrenciye sınırlıdır.
Dogmatik Kabala 71. Ginsburg'e göre: "Teorik Kabalanın büyük doktrinleri esas olarak şu sorunları çözmeye tasarlanmıştır: (a) İlahi Varlığın özelliği; (b) evren ve dünyamızın yaratılışı; (c) melek ve insanların yaratılışı; (d) dünyanın ve insanın mukadderatı ve (e) İfşa edilen Kanunun içeriği."
72. Kabala'da şu Eski Ahit beyanları teyit edilir: Tanrının Birliği, manevi biçimi (Tesniye, bölüm iv., v. 15); edebilik, değişmezlik, mükemmellik ve iyilik; Tanrının iradesiyle dünyanın yaratılışı; evrenin hükümranlığı ve insanın Tanrının suretinde yaratılışı. Sonsuzluktan mahduda geçişi sürecini, birlikten doğan çokluğu, maddenin Ruhsal Zihinden zuhuru ve Yaratıcı ve yaratılan arasındaki ilişkiyi Tecelliler doktrini ile izah etmeye çalışır. Bu teosofik öğretide ex nihil nihilo fit, ruh ve madde tek bir varlığın zıt kutuplarıdır ve hiçlikten hiç bir şey gelmediğine göre, hiç bir şey yok olmaz.
73. Aşağıda verilen yedi Kabalistik ideal, dünya ve insanlığın menşeini irdeleyen öğrenciler için büyük önem arz eder:
(1) Tanrı, Kutsal Olan, Yüce Anlaşılmaz Olan, AIN SUPh, Grek apeiros. (Zohar iii. 283) Dünyayı doğrudan yaratmadı; ama bütün şeyler İlk Kaynak'tan her biri bir öncekinden daha az mükemmel ardı ardına fışkıran Tecelliler şeklinde meydana geldi, dolayısıyla evren "Tanrının Tezahür" eden şeklidir ve son ve kaynaktan en uzak hasılat madde veya mükemmelliğin mahrumiyetidir.(2) Algıladığımı veya bildiğimiz her şey Sephiroth türlerinde şekillenmiştir.(3) Beşeri ruhlar şimdiki dünyamızdan önce varolan yüksek alemde önceden vardılar(4) Doğumdan önce insan ruhları Üst Oda veya Hazinede mekan ederler, burada her bir ruh veya egonun hangi fizksel bedene mekan edeceği karar verilir.(5) Dünyevi yaşam veya yaşamlardan sonra her bir ruh sonunda Tanrıyla birleşmek üzere arındırılır.(6) Tek bir dünyasal ender olarak yeterlidir, neredeyse herkes için iki dünya yaşamı gereklidir, eğer ikinci yaşam başarısızsa, üçüncü bir yaşam günahkarı saflığa çeken daha güçlü bir ruhla ilişkilendirilir. Bu reenkarnasyon, Metempsychosis, ruh göçü veya yeniden doğumun bir şeklidir.(7) Önceden varolan bütün ruhlar doğup, enkarne olup mükemmelliğe eriştikten sonra, Şerk Melekler de yüceltilir ve bütün varlıklar Kutsal Olanın Aşk Öpücüğüyle Tanrıyla birleşir ve Tezahür olan Evren İlahi Plan (FIAT) tarafından yenileninceye dek yok olur.
74. Araştırmacı yazarlar tarafından Kabalistik fikirlerin İskenderiye felsefesi ve Gnostik inançlara benzediği ve hatta Pitagorcu, Platoncu, Hint Brahmancı ve Budist fikirlerine benzerlik arz ettikleri kaydedilmiştir.
75. Şimdi İlahiyat kavramlarına biraz irdeleyelim. Isaac Myer şöyle yazar: Tanrı dört açıdan görülebilir: Ebedi Olan veya AIN SOPh, Ain Soph; Ben Benim AHIH, Aheie; önceden, şimdiden ve sonra Ezeli Varolan IHVH, Jehovah, Yahweh; ve Adonai veya Efendi, Doğadaki Tanrı ALHIM, Elohim olarak.
76. İngilizce Eski Ahit'te IHVH "Lord" veya Efendi olarak, Elohim de "God" veya Tanrı olarak tercüme edilir. Boutelli Jah'ın Jehovah, Yahweh'in bir aykırısı olduğunu söyler.
77. Eski Ahit'teki Jehovah, Yahweh, seçilmiş halkına güç ve ihtişamını gösteren, uluslara istediğini yapması için zulmeden, uygarlığımızın Ruhsal mevkiye layık göremeyeceği insanları habercileri ve temsilcileri olarak seçen kişisel özelliklere sahip bir kavim ilahı olarak İbrani Gizli Doktrininde temsil edilmemektedir.
78. Kabala gerçekten Jehovah, Yahweh, IHVH, Kutsal Dört Harfli İsim, Tetragrammaton iie doludur, ancak bir grup İlahi Kavramların İsmi, merkezi Ruhsal bir Işıktan Tecelliler olarak vardır. Mutlak Tanrıdan Yüksek Anna Binah'ın İlahi Olanı Jehovah, Yahweh'e inen bir sıra Tecelli vardır; diğer bir dizi Tecelli Tiperethİn güneşi ile ilintili Kutsal özellikler İlahi Olanı Elohim'e iner.
79. Diğer bir görüşe göre, Yahweh Tanrısal kaynaktan zuhur eden On Sephiroth denilen Tecelli grubu: "Cennetten Sesler"dir. Birincisi Sonsuz Işık, Ain Soph Aur'ın yoğunlaşmış İhtişamı olan bu On Sephiroth, İlk Alemde Tanrısallığın Gökkuşağı olarak tanımlanır. Bu ilk Alem, insan algılayabileceğinin ötesinde en yüksek varlık düzeyidir. Aydınlığı giderek azalan ardı ardına yansımalarla, insan en yüksek ruhsal vizyonunun kavrayabileceği bu plana, bir varlık düzeyi Atziluth alemine ulaşılır. Bu plandaki On İlahi Kalite, İlahi Dörtlü, Tetrad olarak gruplaşması, Yodi Heh, Vau, Heh, Tetragrammaton, Kabalistik Jehovah, Yahweh olarak simgelenir. Bu zahiri kitaplardaki Jehovah ile aynı değildir, ama yansıması Eski Ahit'te bir ulusunun hamisi olarak biçimlenmiştir. 0 "Söylenmez İsim"dir, hiç bir zaman telaffuz edilmez, gerçek sesi kaybolmuştur. Yahudiler onun yerine Adonai, ADNI kullanırlar. O telaffuz edilmez çünkü gerçek sesli harfleri bilinmiyor. Sesli harfleri gösteren noktalar kullanılmadan önce sözlü ifadesi durmuştu. (Note onuncu asırdan önce sesli harf noktaları kullanan hiç bir İbrani eser yoktur- A.E. WAITE)
80. Kabalada bir zamanlarda bir kaos devresinin varolduğu düşünülmüştür. Bu tezahüratın olmadığı bir dinlenme dönemiydi ve burada negatif hükmeder. Hindulara buna Pralaya derler. Tecelliler ile pasiflikten hareket doğdu ve Tezahür eden Tanrı ortay çıktı. Negatif dinlenme Ain'den Ain Soph, Sınırsız, Sonsuz, Bilinemeyen Ezeli ve Ebedi Baki, yine de Tecelli ile tezahürata yoğunlaşarak "Sınırsız Işık", Ain Soph Aur ortaya çıktı ve bir noktaya yoğunlaşarak Kether, Tezahüratın Tacı ortaya çıktı. Bundan sonra en Yüksek Alemde Kutsal Sesler, Sephiroth tecelli etti. Bunlar ilahi bir kavrama yoğunlaştılar, insanın kavramaya çalıştığı bir ruhsal varoluş evresi ve tanımlamakla, sınırlandırmakla, açıklamakla tapması için İlahi bir kişilik yaratır... Tanrısı, Yahudiler ona isim verdiler -- Yahweh.
81. Kademe kademe gelişmeyle her biri asli kaynaktan daha uzak güçler ortaya çıkar, bunlara da Başmelek, Melek, Gezegen Ruhları, ve insanın koruyucuları adları verilmiştir, Tanrıdan daha da uzak, insan Ruhları buluruz, bunlar Desteksiz İlahi Işıktan fışkıran Işık Kıvılcımlarıdır ve uzun bir değişim ve deneyim sürecinden geçmek üzere Ego varlığı olarak biçimlenerek evrenin çarkından dönerek geçmektedirler. Onlar varoluşun bütün evrelerine, ilahi pınardan ayrılığa katlanırlar ve sonunda büyük hacca çıktıları kaynakları Tanrı ile, Babaları ile yineden özleşirler. İlahi Olan nasıl düzenli nefes alış ve veriş, Tezahürat ve Dinlenme dönemleri geçirirse, onlar da düzenli bir evrim ve gerileme dizisini takip ederler.
82. İlahi dinlenme veya Kaos konusunda insan aklı hiç bir kavram algılayamaz ve sadece ruhsal yönünden gelişmiş insan Tezahüratın yüksek ve yüce evrelerini konusunda ufak bir fikir oluşturabilir. Dünyevi insan için bu tür fikirler sadece düştür ve onları kavrayıp ifade etmeye yönelik herhangi bir çaba sadece akli dengeyi şüpheye götürür. Metafizikçi için bu temalar yoğun bir ilgi alanı arz eder. Teosofist için yabancı bir kaynaktan zamanı geçmiş bir çağın ruhsal geleneklerini gösterirler ve bu ruhsal kavramlarının zaman zaman bulunduğumuz varoluş evreden farklı evrelerde Büyük bir Zihin tarafından tedarik edildiklerini akla getirir. Belki de onlar uzun bir zaman önce bizden daha ruhsal ve daha yüksek varoluş düzeylerinin Kutsal varlıklarına iletişim kurmaya daha açık ırkların yok olan inanç ve bilgeliklerin arta kalan parçalarıdır. Ruhsal bilgelik sadece daha yüksek seyyal kürlere erişebilen dünyevi varlıklara veya insanlara açıktır. Yukarılarda olan bir Ruhsal Varlık, kendimizi daha yüksek varlık düzeylerine yönelmeğe ve yükselmeye uygun bir biçimde arındırmadıkça bize yardım edemezler.
83. Yeni başlayan Kabala öğrencisi için en büyük güçlük, sözde maddenin gerçeklik, özdekçi ve materyalist izlenimlerini hükmedebilmektir. Kabala öğretir ki, maddeyi Ruhtan ayrı bir nesne olarak kabul etme düşüncemizi tamamen yok etmemiz gerekir. Maddenin Ruhtan ayrı olarak varolduğu ve onun Ruhun, Ruhların Tanrısı yarattığı düşüncesi herhangi bir gelişmenin söz konusu olması için reddedilmesi gerekir. Eğer madde varsa, o bir şeydir ve bir nesneden gelmesi gerekir, ama Ruh bir nesne değildir ve yaratıcı Ruh, en yüksek Ruhsal kavram en düşük nesne olan maddeyi hiçten yapması söz konusu olamaz, dolayısıyla yapılmamıştır ve madde yoktur. Her şey Ruh ve zuhurattır. Ex nihilo nihil fit. Varolan herşey sadece Ruhtan, İlahi Özden gelebilir. Varlığın varolmayandan türemesi mümkün değildir. Maddenin kendisini yaratması mümkün değildir. Madde Ruhtan zuhur edemez. İki söz tamamen farklı kavramlardır. Dolayısıyla madde varolamaz ve madde dediğimiz şey sadece fiziksel duyularımızın bir yönü, kavramı, illüzyonu ve hareket tarzıdır.
84. Kabala dışında, aynı gerçek birkaç müstesna Hıristiyan ve Filozof tarafından tanınmıştır. "İdeal Teori" 140 yıl önce İrlanda'nın Cloyne Piskoposu Berkeley tarafından ortaya atılmıştı ve Kabalistlerin her şeyin İlahi bir kaynaktan zuhur eden Tecelliler olduğu ve maddenin bunun sadece bir yönü olduğu fikriyle neredeyse farksızdır. Diğer filozoflar aynı teoriyi Nominalizm ve Realizm arasındaki tartışmada dile getirmişlerdir. Her hangi bir şey sıfatı dışında aslında var mıdır? Herhangi bir şeyin sıfatı altında varlık temeli var mıdır? Böyle bir bazı önerme gereği var mıdır? Kabalaya göre her şey Ruhtur ve bu varlık düzeyimizde sonsuz, yaratılmamış, zihinsel ve duyarlıdır, yaşam ve hareket içerir. Ardı ardına aktif ve pasif dalgalarla, desteksiz olarak vardır. Bu Ruh gerçek Tanrısalıktır, veya Sonsuz Varlık, "Ain Soph", bütün nedenlerin nedeni ve bütün etkilerin nedenidir. Her şey "O"ndan Tecelli eder, "O"nun içindedir. Evren milyonlarca değişik biçimlerde tezahür eden İlahinin ezeli zuhurudur. Bir etkinin nedeninden farklı olduğu gibi, Evren yine Tanrıdan farklıdır, ancak ondan ayrı değildir, o geçici bir etki değildir, Nedenin içinde bakidir. O insan içinde tezahür eden Tanrıdır. Madde sadece bizim kavramımızdır, o Ruhun en düşük tezahüratını temsil eder veya Ruh maddenin en yüksek tezahüratıdır. Ruhu yegane cevherdir. Kabalist der ki: "Madde sadece tecellinin tortusudur, ancak varlığı yokluktan sadece biraz daha yüksektir." Hint filozof maddeye Maya, illüzyon der.
85. Daha önce belirtildiği gibi Kabala'da Yüce Varlık birden fazla yön göstermektedir. Bir dönemde Anlaşılmaz Ebedi Kudret ardı ardına zuhur eden Tecellilerle beşeri algılamaya daha yakın varoluşa inmiştir ve nitelliklerini Bilgelik, Güzellik, Kudret, Merhamet ve Hükümranlık kavramlarına büründürdü. Bu nitelikleri ilk olarak bütün ruhlar, melekler ve insanların ötesinde yüksek evrensellik düzeyi, ilk alem, Atziluth aleminde gösterdi. Sonra aynı yüce özlerin yansımasını yine insanların algılaması ötesinde Saf Ruhlar varlık düzeyi, ikinci alem, Briah aleminde gösterdi. Yansıma yeniden tekrarlanır ve yüce vasıflar grubu ile İlahi Öz, Meleksel Güçler, Üçüncü veya Yetzirah Aleminde gösterdi. Son olarak da Kutsal On Sephiroth'un İlahi soyutlamaları son bir tecelli ile daha da sınırlandırılır, yoğunlaşır ve insan zihni tarafından idrak edilir kılınır. Çünkü insan Dördüncü Alem Assiah'ta Onuncu Sephira Malkuth veya maddi cisimler veya Kabuklar Alemi Krallığın gölgesinde yaşar. Bunları düşünürse, İnsanın İlahi Olan konusunda ne denli zayıf bir fikri olabileceği hiç de tevekkül değildir.
86. Diğer zamanlarda metafizik soyutlamaların bir kenara bırakıldığını görürüz ve Tanrı tasviri için şark hayalinin getirdiği bütün imajlar serilmektedir. Bu betimler her ne kadar yüceltilmiş bir insanlık etrafında dönüyorsa da, o denli abartılıdır ki, Semavi Adam ilahi söz portresinin ihtişam ve inceliliği içinde kaybolmuştur. Bu belki de ilahi antropomorfizmdir, ancak ihtişamından dolayı o kadar ince ve seyrek bir antropormorfizm ki, benzetmeyi el veren beşeri unsurlar ilahi tahayyüllerinin Semavi Adamı içinde yok olur.
87. Böyle düşsel bir tanrısal tasvir konusunda size bir örnek sunmama izin verirseniz:
"O bu bütünleyici düzen ile bilinir: O Ebedi Olanların Edebi Olanıdır; Kadim Olanların Kadimidir; Gizli Olanların Gizlisidir; sembolleri ile bilinebilir, ancak O bilinemez. Kıyafetleri beyaz, görüntüsü vâsi enginliği ile müthiş bir Yüz gibidir. Parıltılı ışınlarına yön vermek üzere ışıldayan alevli bir taht üzerinde oturmuştur. Yüzünün parlaklığı binlerce dünyaya çevrilmiştir ve parlaklığının Işığı ile adil olanlara öte yaşamlarında mükafat ve mutluluk alemleri verir. Kafatası içinde sürekli binlerce kez binlerce dünya desteklenip Ondan varlıklarını sürdürmektedir. Başında bir Çiy damıtılır ve dünyalara akan bu Çiyden ölüler diriltilip öte yaşamlara ve alemlere kaldırılırlar."
88. Kabalanın Tanrısı "Sonsuz Varoluş"tur. O sadece "Yaşayanların bütünü" veya "Vasıflarının bütünü" olarak tanımlanamaz. Ancak bütün yaşayanları Ondan olduğunu ve bütün vasıflarının evrensel olduğunu kabul etmeden, o insan tarafından bilinemez. O özünün tecellilerinin zuhurundan önce de vardı, O varolanların hepsinden önce, fizik planımızdaki bütün yaşamlardan önce, hatta onun bir üst planının, ve onun da üstü veya Saf Ruhlar Aleminden, ve Algılanamaz Varoluş planından önce de vardı. Ancak bu durumda hayal edebileceğimiz hiç bir şeye benzemezdi ve Ain Soph'tu; ve en yüksek soyutlamada Ain, negatif varoluş veya hiçlik hali. Ancak tezahürat zuhur olmadan önce, bütün varoluş onun içindeydi, Bilinen "Günlerin Kadimleri" olan Bilinmeyenin içinde önceden vardı.
89. Ancak Kabala'da sergilenen bu düşsel ve şiirsel fantezi yönü daha fazla açıklamak yerine, Tanrının vasıflarının felsefi yönüne dönelim. Çünkü bu bütün doktrinin esasıdır.
90. O halde, Tanrı konusunda esas beşeri kavram AIN, Negatif Varoluşun Pasif halidir, aktif hali değil. Bundan sonra insan aklı AIN SUPh, Sınırsız, Ayrışmamış, Sonsuz Olan, Tanrı kavramına ve üçüncü evrede Sınırsız Işık, Evrensel Işık, AIN SUPh AUR'a geçer - "Işık Olsun" denildi ve "Işık Oldu". Pasif Aktife, harekete geçti, Şuurlu Tanrı uyanır. Şimdi bu ışık yoğunlaşmasını algılamaya çalışalım, bu aydınlığın ışınlarının bir araya gelerek ihtişam parlaklığından bir taç oluşturduğunu idrak etmeye çalışalım. Bu KTR, Kether, Taç, İlk Sephira; Anlaşılmaz Tanrının İlk Tecellisi, baki ve tezahür olan Tanrının ilk idrak edilir vasfı. Ayrıca ona ADM OILAH, Adam Oilah, Semavi Adam ve Autik Yomin, Günlerin Kadimi denilir. İmanlı Rabbinler başını eğer ve ilahi kavramı taparlar. O Eski Ahit'te İlahi İsim AHIH, Aheieh, "Benim" ile temsil edilir. (Çıkış Bab iii, beyit 5)
91. Şuurlu Tanrı enerjisiyle ortaya çıktıktan hemen sonra, iki Tecelli daha zuhur eder ve Üçlü bir üçgen sembolü şeklinde parlar. İkinci Sephira ChKMH, Chokmah, Bilgelik [İbranice Hokmah = Arapça Hikmet], Kral'dır, ve İlahi İsmi IH, Jah'dır; Üçüncü Sephira BINH, Binah, Anlayış, Kraliçe'dir ve İlahi İsmi IHVH, Yahweh'tir (Jehovah),-- Yüksek Üçlüyü oluşturur.
92. Bundan sonra da CHSD, Chesed, Merhamet olarak bilinen ve İlahi İsmi AL, El olan GDULH, Gedulah Sephirası ve sonrada aksisi ayrıca Pachad, korku denilen ve İlahi İsmi ALH, Eloaholan GBURH, Geburah Sephirası gelir ve yansıyan üçgeni ilahi İsmi AQLHIM, Elohim olan Altıncı Sephira, Güneş, TPART, Tiphareth, Güzellik Sephirası ile tamamlanır. Bu ilk üçgenin üçgenin bir yansıması olarak aşağa doğru bakar. Üçüncü üçgen de aşağı bakan ikinci bir yansıma olarak görülebilir. O Yedinci, Sekizinci ve Dokuzuncu Sephiroth'tan oluşmuştur. Bunlar sırasıyla: NTzCh,Netzach, Sağlamlık veya Zafer, İlahi İsmi Jehovah Sabaothm ile; HUD, Hod veya Hud, İhtişam, İlahi İsmi Elohim Sabaoth ile; ve ISUD, Yesod, Temel, İlahi, İsmi AL ChAI, El Chaiile.
93. Son olarak, bütün bu fikirler tek bir biçimde, Onuncu Sephira MLKUT, Malkuth, Krallık, Shekinah'ta devam eder. Bu Sephira ayrıca Tzedek, Doğruluk olarak bilinir. Decad, Onlunun tamamı "Adam Kadmon," "Arketip Adam/İnsan" ve harika OTz ChIIM, "Hayat Ağacı"dır. Kadim Adam Kadmon resimlerinde Kether, Taçı alının üzerinde görürüz; Chokmah ve Binah düşünen beynin iki yarısıdır; Gedulah ve Geburah hareket organları, sağ ve sol koldur; Tiphareth kalp ve göüğüsün hayati organlarıdır; Netzach ve Hod sağ ve sol bacaklardır; Yesod sindirim ve üreme organlarıdır ve son olarak Malkuth, insanın yeryüzü veya en alt planda temeli olarak ayaklarına benzetilir: Adam Kadmon ve Arşetip Adam veya İlk Adam resmine bakınız.
94. Bu Triadler, Üçlüler, Eril ve Dişil güçler ile Birleştirme Prensibinden oluştuğu varsayılırdı, böylece bir Denge, MTQLA, Methequela vardır.
95. Bütün bu Kabalistik Fikirleri özgün bir biçimde betimleyen Sephira diyagramları hemen hemen Kabalistik Sephiroth, Zekalar veya Tecelliler doktrini kadar eskidir ve bunlar her konuda bu fikirleri şema şeklinde açıklayan amblemlerdir. Böylece her Tanrısal kavram, Melek Toplulukların yapıları, insan özelliklerinin yapısı, gezegenler, metallik elementler, Yıldırımın Zigzag şeklinde inişi, toplamı 26 sayısı olan IHVH, Yod, Heh, Vau, Heh, Mistik Yahweh, kutsal Tetragrammaton'un yapısı gösterilebilir. I., II., III., IV., V., ve VI. numaralı resimlere bakınız [Not: Bu resimler Internette yayınlanmamıştır, ancak elimize geçer geçmez bu sayfaya iliştirilecektir.] Bu İlahi Tecelli Dekadı (Onlu), ilk başta tamamen zihinsel erişimimizin ötesinde olan İlk planda, Atziluth Aleminde zuhur olduğu düşünülmelidir. Sonra da İkinci Saf Ruh planı Briah Aleminde yansır ve aynı Dekad şekli koruyarak Üçüncü Oluşum planı Yetzirah Aleminde ve nihai olarak insan aklı tarafından idrak edilecek kadar yoğunlaşarak varlığımızı sürdürdüğümüz Dördüncü plan Assiah Aleminde ortaya çıkar. Kendi açımızdan "Hayat Ağacını" birçok türden ilahi süreç ve tezahürat şekli olarak görebiliriz. Ancak bunlar fikirlerimizi sınıflandırmak için kullandığımız sembollerdir. İlahi Tecellileri konusunda bu fikirlerin gerçek olduklarını iddia ederek onları aşağılamamız gerekir, sadece insan tarafından öyle idrak edildiklerini söyleyebiliriz.
96. Örneğin, Kabala On Sephiroth'u Üç Sütuna gruplaştırır: Merhamet Sütunu; Metanet (Sertlik) Sütunu ve aralarındaki Ilımlılık Sütunu. Bu sütunlar ayrıca Üç Ana Harf, A, M ve Sh ile iliştirilebilir. Yine de, iki yatay çizgi ile üç grup çıkarabiliriz ve bu Sephiroth'ın İnsan Doğasının üç tiplemesi, Entelektüel, Ahlaki ve Nefsi (fizik bedeni temsil eden Malkuth dışında), böylece Kabalayı Akli, Ahlaki ve Etik Felsefe ile bağ kurmuş oluruz. Yine üç çizgi ile Sephiroth'u Dört Plan/Aleme bölebiliriz. Ancak daha önce belirtiğim gibi bu alemlerin her birinde on Sephiroth'un bütünü yansımaktadır. Altı çizgi ile Sephiroth'u Yedi Gezegensel güce iliştirebilir Yedi plana gruplaştırmış oluruz, böylece Kabala ile astroloji arasında bir bağ kurmuş oluruz. (W. Gorn Old yakın tarihte "Kabalistic Astrology" adında bir eser yayınladı).
97. Briah'te her Sephira'ya özel bir başmelek ve Yetzirah'ta bir Melek topluluğu veya ordusu atfedilir. Bunlar Kabalayı Talismanik (tılsım) maji ile ilişkilendirir. Ayrıca eski Kabalistik teoloji ve simya ile bir bağ vardır. Assiah'ta her Sephira metallerden birinin alegorik amblemi olmakta. Tamamen simya ile ilgili "Asch Metzareph" adında özel bir Rabbini eser vardır. İngilizce adı "Arındıran Ateş" anlamına gelir. Bu kitabın yaptığım İngilizce tercümesini mevcuttur. A.E. Waite Kabala üzerindeki eserinde Rabbin Azariel ben Menachem'in "Sephiroth Tefsiri" kitabında her bir Sephira'ya bir renk atfettiğini yazar, ancak bunlar Zohar'da Kether'i renksiz, Tipareth'i mor ve Malkth'u safir mavisi bulduğumuz renklere uymamaktadır.
98. Bu On Sephiroth'un resimde gösterilen yirmi iki "Yol" ile bağlandıkları düşünülür. Onlar her biri hem harf, hem de sayı olan İbrani Alfabenin harfleri ile numaralandırılmaktadır. Tarot (Tarocchi) destesinin 22 Arcana Major kartları ayrıca bu Yollarla ilgilidir. 22 Yola 10 Sephiroth ilave edildiğinde Bilgeliğin insana kademe kademe indiği ve insanın 32 yoldan Bilgeliğin kaynağına adım adım geçerek tırmanabileceği ünlü "Otuz iki Tarz"ı oluşturur. Bu zihinsel Soyutlama yöntemi Hinduların misik tefekkürle öze döndükleri Yoga, İlahi ile birleşme sistemin Rabbini şeklidir.
99. Sıkça kullanılan Kabalistik sözler arasında, Taç Kether'in sıfatı olan Arikh Anpin, Makroprosopos, Büyük (Vasi) bulunmaktadır; ve ayrıca Merkezi Güneş Tipereth'in sıfatı olan Zauir Anpin, Mikroprosopos, Küçük Yüz, Hıristiyanlıktaki Tanrı Oğlu İsa, Hıristos'a fikir yakınlığı olduğu söylenebilir (Bunlardan ilki profili bir yüz, ikincisi ise tam bir yüz ile temsil edilmektedir, M. Mathers). Binah Yüksek Ana Aima'dır, Malkuth Aşağı Ana Mikroprosopos'un Gelinidir. Daath ve Bilgi, Chokmah ve Binah, Bilgelik ve Anlayışın birleşimidir. Merkabah, Ezekiel'in (bölüm i vre x) vizyonunda Tanrının Tahtlı Arabasıdır. O tekerlekler üzerindeydi ve dünyanın Dört istikameti ve insanlığın Dört türüne ilişkin olan İnsan, Aslan, Boğa ve Kartala benzeyen Kutsal Hayvan Biçimleri, Dört Cherubim tarafından taşınırdı.
100. IHVH, Jehovah [Yahveh] İsmin Dört harfi Yod, Hé, Vau, Hé, Kabalistler tarafından özel bir şekilde Sephiroth'a atfedilirler ve böylece halk tarafında telaffuz edilemez ve gerçek telaffuzu Yahudiler tarafından unutulduğu ve Hıristiyanlar tarafından hiç bir zaman bilinmediği kabul edilen İlahi ismin Tetragrammaton'un esrarengiz kavramı ortaya çıkar.
101. Kabalistlerin Kosmoloji konusundaki fikirleri kolay açıklanamaz, ancak daha önce belirtildiği gibi, Yüce Sonsuz Tanrı, "Ain Suph" dünyanın doğrudan Yaratıcısı değildi, dünya da hiçlikten yaratılmadı.
102. En yüksek Üçlü olarak "Taç, Kral ve Kraliçe" İlahi Tecelli olarak zuhur etmiştir ve güçleri Yedi Alt Sephiroth'a inerek ve genişleyerek Evreni onlu güçler bütünü ADM QDMUN Adam Quadmun, veyar Adam Kadmon, Önsel Adam ve Arketip Adam olarak kendi suretimizde yaratmıştır; ortaya çıkan dünya algıladığımız varolan Evrendir, Evrene "Tanrının Giysisi" denilir. Bu alt dünya İlahi Dünyanın suretidir, her şeyin yukarıda prototipi, aslı vardır. (Zohar ii. 20.)
103. Bazı Kabalistik metinler İlahi Kral ve İlahi Kraliçenin birleşmesinden ortaya çıkan daha eski dünyalardan söz ederler. Bu dünyalar hiçlik içinde yok oldular. Bu dünyalardan "Daha öncede İsrail'de hükmeden Edom Kralları" diye Tekvin 36, v. 31-40'de söz edilir. Bunların ardı ardına yok oldukları söylenir. Bu dünyalar sağlandılar, parçalandılar ve yok oldular.
104. İlahi Tecellileri ve Evrenin kökenini ele almış olarak, Dört Alemin ruhsal varlıklarına deyinmem gerekiyor. İlk, en saf ve en yüksek Atziluth Aleminde sadece mükemmel ve değişmez Adam Qilah veya Arketipin Önsel On Sephiroth'u bulunur.
105. İkinci Briah Aleminde, azametli yüceliği ile Kether'e ilintili olan "Metraton" başkanlığında Başmelekler yer alır. O Tanrının görünür tezahüratı Al Shaddai'nin kıyafetidir. Her ikisinin sayısı 314'dür (Zohar iii. 231a). Metraton kelimesi "Ulu Öğretmen" anlamına gelir. Bu kelime Grekçe'de Tanrının tahtı yanında veya altında anlamına gelen met thronon sözüne ilginç bir benzerliği vardır. Ancak türevi kesin olarak bilinmemektedir. O bütün semavi küreleri ve üzerindeki sakinlerinin evrimlerini hükmeden evrenin diğer Başmeleklerini hükmeder. Kabalistler göre Metraton dünyamızın Tanrısı [Rab-ül Alem] -- Grek Demiourgos'tur. MacGregor Mathers'a göre diğer Başmelekler [Sephiroth sırasına göre] Ratziel, Tzaphkiel, Tzadquiel, Kamael, Michael, Haniel, Raphael, Gabriel, ve Sandalphon'dur.
106. Üçüncü Yetzirah Aleminde Meleksel varlıkların toplulukların yer alır ve her Sephira için ayrı bir topluluk sınıfı vardır. bunlar ışık kıyafetlerine bürünmüş zeki bedensiz varlıklardır ve çeşitli semavi mekanlar, gezegenler, elemental güçler, mevsimler, zaman birimleri vs. başında dururlar. Bunlar belirli yüce Başmeleklerin altında görev alırlar. Sephiroth'un Melekler Topluluğu [Sephiroth sırasına göre] Chaioth ha kodesh, Auphanim, Arelim, Chashmalim, Seraphim, Melakim, Elohim, Beni Elohim, Cherubim ve onuncusu mükemmelleşmiş erkek ve kadın insan ruhları, Ishim.
107. Dördüncü Assiah Alemi en düşük varlıklar, Şer İfritler, kabuklar Kliphoth veya Qliphoth ve sözde maddi nesneler ile doludur ve bu alem insanların, fiziksel beşeri bedenlerde hapsolmuş Egolar veya Ruhların alemidir. Bu alemin de, her biri yüksek güç ve biçimlerden kademe kademe daha uzak, kademe kademe daha karanlık ve gayri saf on derecesi vardır. İlk başta erken evrenin THU, Tohu, Şekilsizliği; sonra BHU, Bohu, Boşluğu, üçüncü olarak ChShK, Karanlığı gelir ve bunlardan bizim dünyamız gelişti ve şimdi haliyle vardır. Sonradan sakinleri bütün insan günahlarını temsil ettiğ yedi cehennem gelir. Başkanları Samael veya Satan, ölüm meleği, ve Lilith, Faşiliğin Kadını Asheth Zenunim ve bu ifrit çiftine ayrıca "Canavar" [Beast] denilir (Zohar ii. 255). Samael'in ayrıca telaffüz edilmez bir ismi vardır o da IHVH'in tersidir, çünkü "Demon est Deus inversus" [Latince: "Şeytan Tanrının tersidir"].
108. Evren sadece küçük evren, Mikrokozmos, "Arketip Adam"ın sureti Dünyevi Adem denilen insanın yaratılışı ile tamamlandı. Mddi bedeninin Assiah Aleminde demirlenmiş olmasına rağmen onda bütün Sephiroth ve Alemlerinkine benzeşen ilke, biçim ve melekeler vardır.
109. Tanrı, Melekler ve Dünya konusundan şimdi de Kabalanın İnsan, beşeri Ruh veya Ego konusunda öğrettiklerine daha yakın bakalım.
110. Daha önce Tecelli doktrinin farklı varlık plan veya düzeylerinde [alem] varolduğu düşünülebilen ardı ardına İlahi Ruhun tezahür edilen evreleri içerdiği açıklanmıştık. On Sephiroth enerjilerini Üç Ruhsal plan ve bir Objektif veya Maddi plandan meydana gelen dört planda yoğunlaşırlar. Bu On Sephiroth ve planların her biri bir öz ibraz ederler ve bu özlerin sürekli farklılaşan oranlarda toplamında insan oluştururlar. Bu kökende bilim adamların "Arketip Adam" veya "Arketip İnsan" diyebilecekleri ve kabalistlerin ADM QDMUN, Adam Kadmon, ve Greklerin protogonos dedikleri oluştu. Bu türün varlık evreleri planlarda kademe kademe aşağı inen bir gerileme sürecinde bireye her türlü yaşam deneyimi sağlar, sonradan bir yukarı tekamül, evrim tırmanışına geçerek beşeri mükemmellik sağlanır ve nihai olarak arınmış ruhun haccını tamamlamış olmasının sonucunda İlahi ile tekrar birleşme sağlanır.
111. İnsanın güncel durumunu ele almadan önce, Kabalanın insanın asli durumundaki hali konusundaki görüşlerini ele almamız gerekir.
112. İnsan Yaratılışın son Kelimesiydi, bütün biçimlerin tekrarıydı, dolayısıyla vasıflarından dolayı melekleri aşıyordu. İlk insanın eti, fiziksel kılıfı, bedeni yoktu. Adam ve Havva sadece sadece seyyal bir kılıfla giyinmişlerdi ve iştah veya ihtiraslara tabi değillerdi. Onlar huzur ve sükunet içinde Işıkta, GN OiDN, Aidin, Aden Bahçesinde bulunuyorlardı (Zohar ii. 229b). Dünyaya inişlerinden önce, erkek ve kadın androjen, tek bir vücuttaydılar, enkarne olduklarında cinsiyetlere ayrıldılar. İlk insan çifti ilk emre karşı itaatsiz davrandı, günah işlediler sonuçta maddeye tam olarak indiler. Tanrı onlara "deriden kıyafetler" yaptı. Onlara fiziksel bedenler verdi ve bunlarla yemek ihtiyaçları ve bir dizi yeni fiziksel bedenleri üretecek ihtiraslar doğdu.
113. Ancak insan yine de Tanrının yeryüzünde suretidir. Şekli IHVH, Jehovah ile bağlantılıdır, çünkü resimde Yod kafadır, heh kollardır, Vau gövdedir ve son Heh'de bacaklardır (Zohar ii. 42a). İlk çift düşük huyların alegorik Kişiliği ve dünyevi yaşamı deneyimleme, güç ve biçimin sürekli değişimlerine katılmak arzusunu veren Samael tarafından baştan çıkarıldı. Onları saf psişik varlıklarını tehlikeye sokacak şeyi yaptılar, maddi biçimlerin içine tam olarak batılar, Malkuth'un kabalığını üzerine aldılar ve böylece üzerinde madde lekesi bulunmayan Sephiroth Ağacından, Yüksek Güçlerden ayrıldılar. Bütün madde sürekli biçimini değiştirir, dolayısıyla bedenleri de değişmelidir, bütün enkarne olan Egoların gibi bedenleri öldü. Ölümde kişilik dinlenmeye çekilir, sonradan ya yine bir yaşam deneyimine, ya ceza küresine, ya da mutluluk diyarına gider.
114. Dünyevi biçimleriyle kendileri gibi bedenler doğurdular ve tanrı o bedenlerde mekan edecek, yaşamı günahları ve çileleriyle deneyimleyecek, düşebilecekleri veya yükselip kayıp miraslarından pay kazanabilecekleri sınavlardan geçecek ve nihai olarak Sephiroth'un içinden yükselerek İlahi Varlıkla tekrar birleşecek başka ruhlar gönderdi.
115. Unutmayın ki ilk başta Sephiroth Tacı vardı, sonra bir eril güç Chokmah, daha sonra dişil bir güç Binah vardı. Onların birleşimi ile melekler, insanlar ve dünyadan oluşan yaratılmış evren zuhur etti, ancak "yukarısı aşağıdaki gibidir", dolayısıyla Tekvin'de bir Adamın, sonradan bir Kadının zuhur olduğunu ve onlardan bütün diğerlerinin zuhur ettiğini görürüz.
116. Tekvin kadara alegorik "Tekvin'deki Yaratılışın Tefsiri"nde şöyle denmektedir: -- "Cennette GUP, Guph adında bir hazine vardır ve İlahi Olan başlangıçta yaratılan ve sonradan dünyada doğacak bütün Ruhları buraya koymuştur. Bu hazineden alıp Kutsal Olan rahimlere çocuklar eker."
118. Diğer bir tefsir sembolik dille Kutsal Olanın bir çocuğun bedeninin şekillendiğini görmüş ve onu mekan edecek uygun bir Ego gönderir.
119. "Kutsal Olan, mübarek olsun, bedensiz ruhların üzerinde duran Meleğe yönlenir ve "şöyle bir ruh gönderin" der ve dünya varolduğunda beri bu böyle gider. Ruh, Kusal Olan'ın önüne çıkar ve onun huzurunun tapar. Ebedi Olan ona " Bu bedene gir" der. Anında ruh izin isteyerek şöyle der: "Ey Dünyanın Efendisi. uzun süredir bulunduğum alemden memnunum. Eğer lütfederseniz bu tiksindirici bedene girmemeye arz ederim, çünkü bir Ruhum." Mübarek olsun, Kutsal Olan şöyle yanıt verir: "İçine göndereceğim dünyaya ihtiyacın vardır. Seni Kendimden biçimlendirmenin nedeni ondan geçmen içindir." Böylece ruh maddenin on hapsedeceği, çile çekeceği ama baş edip yineden yükselmesi gerektiği dünyaya enkarne olmaya ve ona batmaya zorlanır. Zohar şunu ilave etmektedir: "dünyevi yaşamında insan ne öğrenip sergilerse onu enkarnasyonundan önce bilirdi."
120. Buna paralel bir doktrini Budistlerin reenkarnasyon kavramında görürüz. Burada ebedi Karma yasası Tanrının işini görür ve bireysel Egoyui yine bir dünyevi yaşama iteler.
121. Christian Ginsburg "Ruh Göçü", reenkarnasyonun Pharisee'ler, Farizilerin Josephus, Yusufus zamanında doktrinleri olduğunu ve bu doktrinin Yahudiler tarafından 9. asra dek inanıldığını inanıldığını yazmıştır. Caraite Yahudiler buna 7. asırdan beri inanmışlardır. St. Jerome, bunun sadece seçkin birkaç kişiye öğretilen Erken Kilisenin bir doktrini olduğunu yazmıştır ve [İlk Kilise Babalarından ] Origin reenkarnasyon olmadan doğumlarından önce Esau ve Jakob, Yakup arasındaki mücadelede geçen olaylar, Tekvin 25, v. 22, ve Jeremiah'i anasının rahimdeyken söz edilmesi, Jer. i. 5, açıklanamaz.
122. Böylece Kabala Egoların Ruh Pınarında geldiklerini, deneyim ve mükemmelliğe ulaşılıncaya dek tekrar ve tekrar reenkarnasyon geçirdiklerini ve nihai olarak İlahi Kaynağa geri döndüklerini öğretir. Zohar i. 145, 168; ii. 97.
123. O halde, geçici bir süre için Tekvin 3, v. 21'de söz edilen bu "Deriden Kıyafet"te, sözde maddi bedende bir süre mekan eden nedir? Bu Jehovah'ın sembolik Dört parçası, ve Üç Alemden oluşan İlahi Kıvılcımdır, bu da Dördüncü Etkiler Alemi, Mddi Evrende oturmuştur. Aslında birkaç Kabalistik okulda bu Özlerin sayıları ve adları değişmektedir, ancak temel fikir aynıdır. Aynı şekilde değişik Hint kitaplarında İnsanın Yapısındaki ilkeler de değişmektedir, ancak hepsinde kök fikir aynıdır
124. Beşeri ilkeler Üçlü olarak ve beden ile Dörtlü olarak ele alınabilir. Ayrıca astralı ve fiziksel bedeni ele alırsak Beşli olarak, ilahi ilkeyi bölersek Yedili olarak ve Sephiroth'a karşılaştırırsak Onlu olarak ele alınabilir. Bunlar tam olarak açıklamak çok uzun bir yazı ve birçok karmaşık anlamlı İbrani kelime ortaya dökmek gerekir ve konuya alışıl olmayanı zorlar. Bu konuda iki örnek verebilirim:
125. Yod, Jehovah'ın Je'si, İlahinin en ulu ve yüksek tarafıdır ve Hint felsefesinde Âtmâ'ya benzetilebilir. Hé, Jehovah'in Ho'su, Neshamah'tır ve Hint felsefesinde Buddhi, öz ruhtur. Vau, Jehovah'ın v'si Ruah'tur ve Hint felsefesinde Manas, Akıldır. Son Hé, Jehovah'in ah'ı, Nephesh'tir ve Hint felsefesinde Kâma, nefs, iştah ve ihtiraslardır. Bütün bunlar maddi nesnelere etki yapan bir cihaz olan fizik bedeninin kalıbı astral kabukta yerleşiktir.
126. Insan ruhu ayrıca "On Sephiroth"a tekabül eden farklı ve belirli şuur tezahürlerinde dağılmıştır. Değişik kabalistik eserler hepsi de birbirleri ile tutarlı olan farklı sınıflandırmalar uygularlar, en yaygın olanı üçlü bir ayrımdır: Nephesh, nefs, ihtiraslar Malkuth'a, Ruah, akıl Tiphereth güneşi etrafında gruplaşmış altı Sephiroth'a ve Neshamah, Karliçe, Kral ve Taç, Yüksel Üçlüsü ile ilintili ruhsal arayışlar.
127. Bu Beşeri ilkeler Dört Alemde, İlahi, Ahlaki, Entelektüel ve Duygusal Alemlerde işler. bu esaslardan herhangi biri bir insana hakim olabilir ve sürekli değişken oranlarda olurlar. En yüksek prensip alttakileri gölgeler ve ortadakiler üste çıkabilirler veya fırsat eksikliği veya tutarsız hareketlerden dolayı bedenin maddeselliğine yaklaşıp aşağı ve daha aşağı düşebilir. Neshamah ruhsal mükemmeliyetçiliğe çekerken, Nephesh fiziksel zevke doğru çeker.
128. Diğer bir sembolizm şeklinde, Kabalistler insanın iki yoldaşı veya rehberi olduğunu aktarır. Biri sağında yer alır ve iyi işleri teşvik eden etzer ha Tob'dur, o daha yüksek Sephiroth'tandır. Diğeri ise solunda yer alıp Samael ve Canavarın ajanı olarak şer cazibeleri, zevk, arzu ve ihtirasları teşvik eden Yetzer ha Ra'dır. Zohar 95 b'e göre insan çok talihsiz bir konumdadır, zira orada yazar ki Kötülük Meleği ona doğumdan itibaren bağlanır, oysa İyilik Meleği sadece 13 yalında bağlanır.
129. Ölüme gelince, daha önce belirttiğimiz gibi, yaşantısı olağanüstü eksiksiz ve mükemmel olması dışında insan Egosu veya Ruhu değişik bir biçimde yeniden doğması gerekir, ancak bütün dinlerin kabul ettiği gibi ölümde büyük değişiklikler olur. Kabalaya göre, görünen fiziksel beden, Guph çürür ve ruhun hayvani tarafı nefs, Nephesh ondan sadece kademeli olarak dağılır. Ruh, Ruah, insani yön Assiah Aleminden ayrılır ve öz ruh, Neshamah yeniden doğmanın ötesinde mükemmelleşmiş bir biçimde ruhsal diyarlara erişir ve Cennetin Hazinesi Gan Oidin'e tekrar döner. "Sepher jareh chattaim" eserine göre insan öldüğü saatte yargılanır ve İlahi Varlığın vekili Shekinah üç Melekle birlikte ona yanaşır. Bu meleklerin başı Sessizlik Meleği Dumah'tır. Eğer ruh cezalıysa Sessizlik Meleği onu bir sonraki doğuşundan evvel Cehenneme, Gai-Hinnom'e belirli bir ceza süresi için götürür. Eğer Ruh onay alırsa Oidin veya Cennette geçer. Evrenimizin bu tezahürat döneminde bütün ruhlar çile ile ıslah edilip mükemmelleşmiş ve cennette kutsanmış ve geldikleri Tanrı ile yeniden birlik içinde olacaklar.
130. İnsanın yapısı, kökeni ve mukadderatı konusunda Kabalistik teori, modern Hıristiyan görüşünden çok farklıdır, ancak Hint görüşünden farkı, ilkeden daha ziyade sunuş biçimdedir, bu ikisi uygun bir şekilde yan yana etüt edilebilir ve her biri diğerini aydınlatır. Aslında, Batı mistik doktrinleri kapsamına alan Mısır Hermetizm ve benzeri Ortaçağı Kabalizmi ile diğer yandan Hint Ezoterik Teosofi arasında kesin bir hudut yoktur. Onlar insanlara ruhsal fikirler insanlığa sunma amacında kullandıkları dil, tanımlama ve tasvirlerde farklıdırlar. Ancak herhangi bir ekolün diğerini suçlaması için gerekçe yoktur. Entelektüel kültür dünyası her birini yan yana barındıracak kadar geniştir. Her ikisinin insan algılamasına açık felsefi sistemler oluşu, her ikisin saf ve açık hakikatleri barındırabileceğinin kanıtıdır. Biz halen her şeyi ancak koyu bir filtreden görebiliyoruz ve Tanrı ile yüz yüze gelmeyi ve hakikate olduğu gibi tanımayı ummadan daha çok ilerlememiz gerekir.
131. Öğrencilerin yaptığı gibi kademe kademe ilerlemekle yetinmemiz gerekir. Her derecede asli gerçekler değişik bir şeklide yeniden ifade edilmektedir. Onlar müridin zihinsel haline uygun dil ve sembolizm ile ifşa edilirler veya açımlanırlar. Dolayısıyla, bir öğretmen, mürşit ve önceden yolu izlemiş ve kişisel deneyim ve iç çağrışımlarıyla öğrencinin eriştiği seviyeyi tanıyacak bir rehberin ihtiyacı aşikardır. Mistisizmde yüksek ergiye her hangi bir asil, kolay veya kestirme yol yoktur. Yorulmadan çaba göstermek ve temiz bir yaşam hayati değer taşır. İnsan aklı sadece zihinsel gözlerinin herhangi bir zamanda algılayabileceği şeyleri idrak edebilir. Bu işlem zorlanamaz. Mistik bilgi gasp edilemez. Eğer bir öğrenci kendi derecesinden daha yüksek bir Derecenin bilgisine el koyarsa da, bu onun için sadece hezeyan, abes, hayal kırıklığı ve karanlık olur.
132. Bir çok kez öğrencilere mantıklarının kabul edemeyeceği veya batıl inanç olarak reddedeceği doktrin, iddia veya açıklamalar sunulmuştur. Oysa aynı doktrinleri yaşamlarının daha geç bir evresinde itibar göstererek uyarladıkları görülmüştür. Bu açıdan Okültizm Framasonluğa benzemektedir. Ya gizli bilgiyi almaya kabul ediliriz, ya da edilmeyiz. Kabul edilmediğimiz taktirde onun sırrı bize sunulsa bile inanmayız. Okültizm sırları Framasonluk gibidir. Aslında bir bakıma Framasonluğun kayıp ettiği sırlarıdır. Onlar doğası itibarıyla istismara kapalıdır, çünkü sadece kişisel evrimle, tekamülle elde edilebilirler, onlar hariçten birine açıkça anlatılabilir, ama anlaşılmazlar. Çünkü herhangi birisi böyle bir sırra erişip ulaşabilmişse de en yakın dostuna söylemez. Bunun sebebi de basit olarak eğer arkadaşı kendi başına bunu algılayamıyorsa, basit sözlerle onun iletişimi gizli anlamını aktaramayacaktır.
133. Kabalistik teori külliyatı Framasonluk sırlarına benzer özelliği vardır. Hiç bir zaman yazılmamış veya basılmamış çok doktrinler vardı. Bu eserler çoğu kez ilk bakışta abes gibi gözüken tasvirler ve absürd gelebilecek doktrinler içermektedirler. Ancak bunlar kısaca özetlediğim yüksek ruhsal öğretileri taşırlar. Bu eserleri sadece okumak yeterli değildir. Ruhsal şeyleri görebilmek için ruhsal gözün açık olması gerekir ve eski büyük Kabalistler cahil, ham ve tutarsız insanların önüne bilgelik incilerini sermediler, temiz olmayanları Bilgelik Mabedine sokup kirletmediler. Ciddi öğrenci Hakiki Okültizmin yüksek yaşam tarzına ulaşmak için azimli bir şekilde çaba göstermesi gerekir. Bundan sonra belki de, ileri bir gelecekte geri çevrilen cazibe unsurları ile özverili bir yaşamın kayıtları Büyük Kralın Sarayına girmek için parola görevini görebilecektir.